Modern sanatın kurucularından biri olarak kabul edilen ünlü ressam Vincent Van Gogh’un hayat hikayesini bambaşka bir açıdan anlatan “Loving Vincent” filmi; hayal kırıklığı ve sefalet içinde yaşamış, değeri yaşamı sona erdikten sonra anlaşılabilmiş ressamın trajik öyküsünü adeta her karesi tek tek ünlü ressamın elinden çıkmışcasına anlatıyor bizlere. “Dahi”lik ve “Deli”lik arasında gidip gelen fakat yüreği insan sevgisi ile dolu olan Vincent Van Gogh’un biyografisi niteliğindeki film, 125 ressamın 65.000’e yakın kareyi yağlı boya ile ve en önemlisi Van Gogh’un tekniği ile çizerek filmi oluşturulmuş, işte bu tam anlamıyla bir saygı duruşu niteliği taşıyor.
Filmi izlemeden önce müziklerinin Clint Mansell tarafından yapıldığını öğrenmek zaten beni heyecanlandırmıştı, Mansell’i Requem for a Dream, Fountain, ve Black Swan filmlerinin müziklerinden hatırlayacaksınız. Loving Vincent filminde de Clint Mansell harika bir iş çıkartmış diyebiliriz, hemen jenerik ve açılış sekansında Ressamın “Yıldızlı Gece” adlı şaheseri ile başlayan “Sarı ev” tablosu ile devam eden bölümde Mansell’in müzikleri öyle bir eşlik ediyor ki görsellere, ister istemez yönetmenin yapmak istediği şeyi yani Van Gogh’un dünyasına girmemizi sağlıyor.
Yönetmenler Darota Kobiela ve Hugh Velchman aynı zamanda filmin senaristleri (Jecej Dehnel ile birlikte) olarak oldukça yaratıcı bir biyografi örneği ortaya çıkarımışlar. Film elbette Van Gogh’u anlatıyor ancak, macara Van Gogh’un üzerinden değil ressamın ölümünden yaklaşık bir yıl sonra eski dostu ve postacısı Joseph Roulin’in taziye mektubunu vermesi için zoraki ikna ettiği oğlu Armand üzerinden ilerliyor.

Armand’ın mektubu ulaştırma çabası esnasında film flashback’ler ile Van Gogh’un ölümünün ardındaki sır perdesini aralamaya ve bize Van Gogh’u anlatmaya başlıyor. Bu şekilde film

izleyicisini merak içerisinde bırakıyor, filmin finalini heyecan içerisinde beklemeye ve olacakları görmeye sabırsızlandırıyor Flashback’lerde Ressamın hayatının dönüm noktalarını başkalarının ağzından dinliyoruz bir yandan bu zorunlu yolculuğa istemeyerek çıkan Armand Ressam’ın ölümünün ardındaki nedeni ve sorumlularını ortaya çıkarmak isterken Ressamın trajik öyküsüne derinden üzülüyor tıpkı önceden Vincent Van Gogh’u hiç bilmeyen yada çok iyi bilen seyirciler gibi.
“Loving Vincent” anlatım olarak 17 yaşındayken tablosunu yapmış olduğu Armand Roulin üzerinden ilerlemesi, Vincent’ın ressamlığının en üretken iki yılını geçirdiği Auvers-Sur-Oise’de olay örgüsünün kurulması tam isabet. Çünkü Vincent Van Gogh’un hayatına Kardeşi
Theo’ya yazdığı ve aldığı mektuplardan biliyoruz. Film bu olgu ile özdeşlik kuruyor.
Özetle film “Van Gogh” hayranlarının veya adını dahi duymamışların fark etmez mutlaka izlemesi gereken bir baş yapıt. Film ile alakalı o kadar olumlu izlenimlerim oldu ki. Spoiler vermemek adına bunları yazıma dahil etmiyorum ve küçük bir eleştiri ile yazımı tamamlıyorum; tek tek resmedilen kareler büyüleyici olsa da izlemesi alt yazı ile birlikte oldukça yorucu olabiliyor.