Takeshi Kitano’nun yazıp yönettiği sanat filmi Dolls’un üç hikayesinden ilki birbirine iplerle bağlı bir çiftin otel odasında, arabada, kiraz ağaçlarının çiçekleri arasında dolaşan ve çevredekilerin “bağlı deliler” dediği Matsumoto ve Sawako’nun öyküsüyle başlar. Evlenmelerine engel olunmasıyla intihara kalkışan Sawako geçirdiği beyin hasarının sonucunda kim olduğunu hatırlamaz ve bakımevine yerleştirilir. Patronun kızıyla evlenmeye zorlanan Matsumoto ise haberi duyar duymaz düğünü terk eder ve bundan sonra hayatının geri kalanını Sawako ile geçirir. Bir çocuk gibi hareket eden, kimseyi tanımayan ve alıp başını giden Sawako’yu korumak adına Matsumoto bir iple kendisini sevgilisine bağlar. Bu bağ sadece fiziksel bir birliktelik değil aynı zamanda onların kaderi olmuştur.
Filme adını veren ve açılış sahnesinde yer alan bunraku oyuncaklı bir kukla gösterisidir. 17. Yüzyılda Japonya’nın Osaka kentinde doğmuş geleneksel Japon kukla tiyatrosu türüdür. İki veya üç kişinin ellerini, ayaklarını, gözlerini tutup sahnede oynattıkları bu büyük kuklalara müzik ve diyaloglar eşlik eder.
Filme ismini veren “oyuncaklar” ve film boyunca kullanılan kuklalar yönetmen Kitano’nun filmografisi açısından ilk veya tek değildir. 2005 yapımı Takeshis’ filminde “bubblehead doll” gibi bir çeşit oyuncaktan , insanlar ve oyuncaklar arasında talihin dönmesi ve sınırların bulanıklaşması deneyinin anlatıldığını ve Kitano’nun kendisinin bir oyuncağa dönüştüğü ve tekrar tekrar canlandığı Glory to the Filmmakers yapımına kadar “oyuncak” temasının yönetmenin filmlerinde önemli yer teşkil ettiğini görürüz. Yönetmen bir ropörtajında “Kendimi nesnel olarak çok nadir değerlendirebiliyorum. Nasıl biri olduğumu düşünmüyorum. Sanki iki adet kukla kullanıyor gibiyim. Gerçekte ben bir yönetmenim ve filmlerimde kendimin iki kuklasını kullanıyorum. Onlar sadece kukla ve hangisinin bana daha çok benzediği sorusuna cevap veremem. Bir film yapımcısı olarak kendime en yakın anlamda yine kendimi görüyorum.” der.
Film yönetmek Kitano’nun yaptığı işlerden sadece birisi. Televizyon şovları olan, roman ve şiir yazan ve oyunculuk yapan biri aynı zamanda. Kariyerine stand-up komedyeni olarak başladı ve 1989’da ilk yönetmenlik deneyemini yaşadı. Filmlerinin büyük bir bölümü “kaybetme ve dışlananlar” temalarından oluşmakta ve genelde çocuklar ve kendisiyle özdeşleşen sessiz ve taş suratlı ‘Beat Takeshi’ olmak üzere gangsterler yer almakta. Pekçok filmindeki soğuk ve mesafeli atmosfer sürreal ve lirik anların yaşanmasına engel teşkil etmiyor. Stilize edilmiş şiddet, sahilde oyun oynayan yakuzalar, boya yapan karakterler geleneksel hikaye akışını bozan sahnelere örnek verilebilir.
Filmin ikinci hikayesinde daha sonra yakuza olmaya karar verecek olan Hiro’nun sevgilisiyle bir bankta oturmalarına ve Hiro’nun ayrılık kararını açıklamasına tanık oluruz. Sevgilisi her cumartesi elinde iki yemek kabıyla bu banka gelip kendisini gelene kadar bekleyeceğine söz verir. 30 yıl sonra aynı bankta tekrar birlikte oturmaları ve kadının belki de anlam veremediğimiz bağlılığı filmin ilginç sahnelerinden biridir.
Filmin üçüncü hikayesinde ise bir başka bağlılık çeşidini görürüz. Bir pop yıldızı hayranının şarkıcıya olan saplantı düzeyindeki bağlılığı. Bir trafik kazası sonrası gözünü kaybedince şarkıcılığı bırakan ve şöhretinden olan Haruna’ya yaklaşabilmek için hayranı Nukui’nin göze aldıkları makul sınırların dışındadır.
Her üç hikayede de Haruki Murakami’nin yazdığı gibi kader sürekli yön değiştiren küçük bir kum fırtınası gibidir. Sen yön değiştirsen bile kum fırtınası seni takip eder. Bağlılıklarımız bizi bazen hedefe bazen de kaçınılmaz sona sürükler. Bizi yaşamda tutan bağlarımız bazen fedakarlık ve vazgeçmeyi bilmeyi de gerektiriyor. Öte yandan bağlanmak kopamamanın kardeşidir diyebilir miyiz? Belki de bağlanmayı çözmek için kopamamayı anlamak gerekiyor.
*Bu yazı Japon Sineması E-dergisinin 13.sayısında yayınlanmıştır. dergiyi okumak için tıklayınız.
yazan: Ercan Gürova