Cannibal Holocaust / Yamyam İşkencesi 18 Ülkede Yasaklı Film

CANNİBAL HOLOCAUST / YAMYAM İŞKENCESİ 

Bolca ve bolca spoiler içerir. Dikkat!

Filmi anlatmaya nerden başlayabilirim ya da bu filmin neresini anlatabilirim pek bilemiyorum. Korku, özellikle de trash veya snuff filmler severler için mükemmel bir film diyebilirim. Lakin bu filmi incelerken snuff filmlerden de bahsetmeden olmaz.

Öncelikle nedir bu snuff filmler?

Snuff film: Amerika’da katillerin özellikle kadınlara tecavüz edip, işkence yaptıktan sonra onları öldürmelerini gösteren filmlere denir. Bu filmler gerçekçi tarzda çekildiğinden bu filmlerde insanların gerçekten öldürüldüğünü ya da tecavüz edildiğini söyleyenler olsa da bana göre sadece mükemmel efektlerle zenginleştirilen filmlerdir. Özellikle korku ve vahşet severler için.

1980 İtalyan yapımı Cannibal Holocaust korku,snuff, macera filmidir.

Yönetmen : Ruggero Deodato

Yapımcı :  Franco Di Nunzio  / Franco Palaggi

Senarist : Gianfranco Clerici

Filmi izlemek isteyenler yasaklı filmler kısmına bakmalı. çünkü film birçok ülkede yasaklanmış, gösterime girdiğinde vizyondan kaldırılmıştır. Film, Amazon yağmur ormanlarında çekilmiştir. Zaten hikaye de orada geçer.Dört araştırmacı daha önce giden kimsenin geri dönmediği “yeşil cehennem”e (filmde bölge yeşil cehennem olarak adlandırılıyor) belgesel çekmek için giderler. Maceraperest belgeselcilerimizden uzun süre haber alınamayınca bir antropolog onları bulmak üzere yeşil cehenneme gider. Yeşil cehennemde askerlerle buluşacak ve onların yardımı ile aramalara başlayacaktır.Askerler bölgenin kıyısında toplanmış yabanileri kafalarına göre avlarlar.

Bilindiği üzere askerlerin öncelikli görevi güvenliği sağlamaktır. ancak nedense bir çok filmde askerlerin sadece birilerini öldürmekle ilgilendiklerini görürüz. Şüphesiz her ne kadar arzulanmasa da “öldürmek” tehlikeyi ortadan kaldırmanın bir parçasıdır. Ama benim değinmek istediğim nokta, bazı filmlerde amacın tehlikeyi ortadan kaldırmak değil doğrudan doğruya öldürmenin bizzat kendisi haline gelmesi.

Gerçekten de insanların birbirine yardım ettiği, el ele kırlarda koşup film boyunca iyilik ve barıştan bahsettikleri, çatışmanın olmadığı filmler izleyicinin çoğunluğu tarafından ilgi görmez. En azından böyle bir kabul vardır.  Ama işkence ve cinayetlerin yer aldığı yapımlar seyirciyi perdeye/ekrana kilitler.

Bu filmde de amaçsızca -sadece vahşi oldukları için- yerli halkı öldüren askerler görüyoruz. yalnız eleştirmeden geçemeyeceğim filmde karakterler oturmuş değil. Yabanileri öldüren askerleri film ilerledikçe onların kültürlerine göre davranarak aralarında yer almayı da başarabiliyor.

Biri kadın üçü erkek, sürekli çıplak gezmeyi seven dört kayıp belgeselcimizi bulmak üzere yola çıkan antropolog profesör Harold Monroe, yanındaki iki askerle birlikte yabanilerin arasına karıştıkça oldukça ilginç olaylar yaşamaya ve şok eden gerçekleri öğrenmeye başlar.

Geri döndüğünde profesör Harold Monroe belgesel ekibini yanında getirememiş olsa da onlar hakkındaki tüm gerçeği ortaya çıkaracak görüntülerine ulaşmıştır hem de bizzat kendilerinin çektiği görüntülere.

Asıl süprizler bu filmleri izleyince ortaya çıkacaktır. görüntüleri medyada yayınlamak ve arşivlemek için profesör Monroe’ya baskılar başlar. Profesör Monroe en sonunda yayın ekibine filmleri izletir. Sonuç olarak gördükleri vahşete kimse dayanamaz ve filmler yakılarak sonsuza dek yok edilir.

Film boyunca kimi zaman kendimizi bir belgesel izliyor gibi hissedebiliriz. Devasa bir orman, her türden bolca hayvan, doğa şartları ile mücadele, hayatta kalma çabaları ve daha niceleri…

Filmde en sinir bozan ve tepki çeken olaylardan biri de hayvanlara yapılan işkenceler. Açıkcası benim en rahatsız olduğum buydu. Bu filmi izleyecek kişiler kan ve vahşetin açıkça gösterildiği filmlerden hoşlanan kişiler olacaktır. Ancak yine de eminim ki herkes hayvanlara yapılan işkencelerden rahatsız olacaktır. Çünkü bu görüntülerin tamamı gerçek.

Hayvanlara yapılan işkenceleri açacak olursak: kelebeklerin iğneler ile tahtalara batırıldığı, şeker- sevimli tarantulanın ezilerek öldürüldüğü, yılanın kafasının kesildiği, domuzun tekmelenerek silahla vurulduğu, maymunun beyninin kesilmesini geçerek kaplumbağaya yapılanlardan bahsetmek istiyorum. Sanırım filmin en vahşi olayı bu olsa gerek.

Sevimli kaplumbağayı denizden çıkarıp önce kafası sonra bacakları kesilir. Ardından kabuğundan ayırırlar ve çıplak ellerle organları bir güzel karıştırılır ve tabi biz de bunları açıkça izleriz. En sonunda pişirilen kaplumbağanın organları afiyetle yenir. Bu sahneden sonra insan ister istemez açlığın neler yaptırabileceğini düşünüyor.

Bu arada tüm işkenceleri yapanların yabaniler olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü bütün bu işkenceleri yapanlar doğa dostu, maceraperest dört belgeselci.

Filmde sürekli şehirliler ve yabaniler arasında bir karşılaştırma yapılmıştır. Belgeselcilerin yabanilerin köyüne geldiği sahnede modern silahların ve doğa üretimi silahların karşılaştırmasını ve teknolojinin büyük bir güç unsuru olduğunu göstermiştir bize yönetmen.

Genel olarak filmin bütününe hakim bir düşünceye, bugün Türkiye toplumunda da karşılık bulan bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Özellikle entelektüel düşünceleri ile öne çıkan bireylerin bir çoğunda “doğaya dönme”, “doğa ile iç içe yaşamaya” karşı bir arzu olduğuna bir çok kere tanık olmuşuzdur. Yani bir nevi teknolojiyi elinin tersi ile itip mağaraya dönme isteği.

Filmde az önce de bahsettiğimiz gibi şehirde doğup büyümüş insanlar doğal ortama gelince çıplak dolaşmayı tercih ediyorlar. Yerliler de çıplak dolaşmaktadırlar ancak onlarınki tercih değil zorunluluktur. Aynı şekilde yerli, yemek için avlanıp geçerken şehirli insan buna zevk duygusunu da katmaktadır. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: şehirli insan, şehirde yaşamanın getirdiği hırs ve mücadele duygusunu doğaya taşımaya çalışır. Ama bir yandan da şehirden getirdiği silahları kullanarak iki arada bir derde ne yerli ne şehirli garip bir tarz oluşturur.

Filmde yabanilerin daha medeni olduğunu görüyoruz. Yerliler birbirine bağlıyken şehirliler birbirini yolda bırakıp arkadan vurabilen, ölen arkadaşları için üzülmeyen insanlardır. Karakterlerin geçmişine bakarsak bunların aileleri tarafından benimsenmeyen, işe yaramaz olarak görülen insanlar olduklarını anlıyoruz. Bu işe yaramaz insanlar doğaya çıktıklarında etraflarında gördükleri kendilerine göre cahil insanlardan daha üstün oldukları düşüncesine kapılarak ellerindeki silahları da kullanıp bir nevi işe yarar tanrılar haline dönüşüyorlar. Hesap verme zorunluluğu olmayan her tanrı gibi onlar da istediklerini yapmakta özgürler.

Filmde genel olarak dört ayrı grup arasında çatışma söz konusu: Yabani iki halk, şehirliler ve askerler. Bu dört grup da aslında kendilerini ‘ ilkel’ diğer tarafları ‘yabani’ olarak algılıyor.

İnsanlara yapılan işkencelere gelecek olursak: öncelikle bolca tecavüz sahnesi görmekteyiz. Kazığa oturtmalar, el, kol, bacak kesmeler, kan bolca ve bolca var. Ama hepsinden ziyade belgeselci tayfanın yabanilerin köye gidip hepsini bir araya toplayarak onları diri diri yakmaları en rahatsız edici olanıydı.

Belgeselci tayfa kaybolduktan sonra onlar hakkında çıkan haberlerde aileleri ile de görüşmeler yapılıyor ve ailelerinden duyuyorsunuz ki bu kişiler, aileleri tarafından, toplum tarafından önemsenmeyen sevilmeyen, hiç bir işe yaramayan insanlar olarak tanımlanıyorlar.
Bu işe yaramazlar da yabanileri işe yaramaz olarak görüp onları infaz ediyorlar.
Gözüme çarpan bir tezat şu: doğayı seven doğa ile iç içe yaşayan ve doğa belgeselleri hazırlayan bu ekip doğaya karşı anlamsız bir öfke dolu. Bu da öfke yöneliminden başka birşey getirmiyor akla. Karakterlerimiz öfkelerini başka yöne yönelterek bir nevi intikam alıyorlar sanki.
Filmde yamyamların insanlara yapacağı işkenceleri izlemek beklenirken aslında insanların ‘yamyam’ dedikleri gelişmemiş topluma yaptıkları işkenceler izleniyor.
Profesör de bunu bolca dile getiriyor “asıl ilkel olanlar şehir halkı, yabani olanlar aslında şehirdekiler, doğadakiler değil” diyerek.

Aslında film baştan aşağı bir çok eleştiriyi içinde barındırıyor ve bana kalırsa içine biraz cinsellik biraz sanatsal zırvalıklar eklenip sanat filmi diye sunulan bir çok filmden çok daha fazla sanatsal bir film bu.

Filmin yapım yılını göz önüne aldığımızda bazı sahnelerin mükemmelliğine şaşırıyoruz. Özellikle şehirli bir kadının kazığa oturtulmuş halde bulunduğu sahnede mesela.
Gerçekten çok sahici olan bu sahnelerin yönetmenin başını derde sokmasına şaşırmıyor insan.
Ama aslında kurnazca bir teknik kullanılmış: Filmde insanlara yapılan işkence sahnelerinin bir çoğunda görüntüleri belgeselcilerin kamerasından izliyoruz. Gizlice çekmeye çalıştıkları, genelde görüntülerin önüne ağaçların geldiği ya da bulanık olarak korku içinde çekilmiş olarak.

Bu arada şunu da belirtelim: Filmdeki katliam sahneleri o kadar gerçekçiydi ki oyunculardan bazılarının kamera karşısında gerçekten öldürülmüş olabilecekleri söylentisi çıktı. Yönetmen Ruggero Deodato’ya karşı cinayet soruşturması açıldı. Deodato filmde rol icabı öldürülen oyuncuları teker teker bulup canlı olarak mahkeme heyetine gösterince cinayet davası düştü.

Nihayetinde, izlenmesi gereken ve oldukça enteresan bir film Cannibal Holocaust. Korku, vahşet içinde bize bolca sosyal mesaj veren bir film. Son sözüm ise profesör Harold Monroe dediği gibi şu: “’Merak ediyorum, gerçek yamyamlar kim acaba?”

One thought on “Cannibal Holocaust / Yamyam İşkencesi 18 Ülkede Yasaklı Film

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir