Gürültü ile karışık konuşmalar eşliğinde ekranda beliren o havalı karakter konuşmalar bitince elini başının arkasına götürür ve ensesinde takılı olan dört kabloyu çıkarır. İşte tam bu sahnede “Aaa Matriks bu!” diye geçirirsiniz içinizden. Bahsi geçen havalı karakterden “karakter” diye bahsetmemin sebebi ilk bakışta çok karizmatik bir erkek sandığım bu kişinin gözlüklerini çıkarıp, ayağa kalkarak soyunmasından sonra bir kadın olduğunu anlamam! Karizmatik adamın kadın çıkması beni ne kadar şaşırttı tahmin edersiniz! Tabi bu da bana yine Matriks’teki Trinity’yi anımsattı. Malum, o da erkek gibi bir tarza sahipti.
Bu muhteşem, kusursuz ve karizmatik kadın karakterimizin adı, Motoko Kusanagi. Kendisi soyunduktan hemen sonra (evet çıplak olarak!) bir suikast gerçekleştirmek için yola çıkar ve başarılı operasyonun ardından “kamuflaj” ( görünmezlik) sayesinde yakalanmadan yakayı kurtarır. Müzik eşliğinde ekranda GHOST IN THE SHELL yazısı görünür.
Animenin müzikleri Kenji Kawai’ya ait. Özellikle açılış müziği olan “Making of Cyborg”, anime müzikleri arasında efsaneleşmiştir. Bu melodi aslında bir Bulgar halk şarkısıdır. Kenji Kawai antik bir Japon diliyle sözlerini değiştirmiş ve o şekilde söylenmiştir. Ve kesinlikle dinlenmelidir. (https://www.youtube.com/watch?v=q0z08OpmEPc) Şunu da söylemeliyim ki, bilim kurgu türündeki bu anime daha çok Akira sever kitleye hitap ediyor. Bilim kurgu türü içerisinde önemli bir yeri olan Akira kadar ağır olmasa da bu anime de kesinlikle sakin bir kafa ve yoğun bir konsantrasyon ile izlenmeli yoksa hiç bir şey anlamazsınız.
Ghost in the Shell (bundan sonra GITS diye kısaltacağım) konusu, kurgusu, müzikleri ve karakterleri ile gerçekten en iyi bilim kurgu animelerinden biri. Hatta GITS: Innocence (ikinci film) Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye adayı olan ilk animedir. Bunun da animelerin Avrupa’ya açılmasında ne kadar büyük bir etkisi olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Anime olarak dört filme ve yirmi altışar bölümlük iki seriye uyarlanmıştır. Ayrıca 2017’de Scarlett Johansson’nın oynayacağı bir live-action çıkacaktır.
Konuya geçecek olursak: Yıl 2029. Elektronik ağlar ve bilgisayarlar inanılmaz bir gelişim göstermiş, insan hayatı tamamen elektriğe bağlanmıştır. İnsanlar, cyborglar, robotlar ve yapay zekâya sahip programlar bu ağın birer parçasıdır. İnsanları diğer yaşam formlarından ayıran tek ayırt edici özellik ise sahip oldukları ruhlardır. (Nedense Türk kaynaklar da ruh sözcüğünü, hayalet olarak çevrilmiş. Ghost kelimesinin İngilizce karşılığı hayalet olsa da burada aslında söylenmek istenen şey insan ruhudur) Ruhu olan her canlı, sibernetik bir vücuda sahip olsa da insan olarak tanımlanmakta ve insana dair her türlü hak ve özgürlüklerden yararlanabilmektedir. Ancak siber suçlular ruhları yönlendirmekte, algısal verilere ulaşılabilmekte hatta hafızalar silinip üzerlerine yenilerini yazılabilmektedir.
Japonya’nın Ulusal Kamu Güvenliği Komisyonu Teşkilatında yarı özerk konumda faaliyet gösteren 9. Şube personeli yukarıda anılan suçlara karşı mücadele eden özel bir birimdir. Teşkilatın harekât lideri, vücudu tamamı ile sibergenetik organ ve uzuvlardan oluşan Binbaşı Motoko Kusanagi ile ekibi, siber suçlulara karşı yürüttükleri operasyonlar esnasında Kuklacı adındaki oldukça tehlikeli ve kimliği tespit edilemeyen bir siber suçluya ulaşır. Motoko Kusanagi ve 9. Şube çok geçmeden Kuklacının gerçek kimliği ve amaçları ile karşı karşıya kalacaktır.
Aslında Kuklacı, Japon Dışişleri Bakanlığı tarafından yaratılmış “proje 2501” kod adlı bir ajandır. 2501, kendi bilincini kazanarak ruhunu yaratmıştır ve insan haklarına sahip olduğunu düşünmektedir. Bu da büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Dış İşleri, sorunu çözmek için onu yok etmeye karar verir. Motogo Kusanagi ise bu macerada insanlığın anlamını sorgulayacak ve kendi öz kimliğini bulacaktır.
Motogo Kusanagi’nin: “Gelişen teknoloji ile ruhlarını kaybeden, robotlaşan, daha az hissedip daha çok yanılan bir zaman dilimindeyiz. Ruhlarımız yokken insanlığımızı nasıl kanıtlarız? Özgürlük toplum düzeyinde birbirini bıçak gibi kesen kurallara bağlı ise ve kendi benliğimizin kanıtlarını ortadan kaldıran bir düzenin içindeysek ruhlarımızın yaşadığına dair ispatı nerede bulabiliriz?” şeklindeki sözlerinde benliğini bulma bunalımını net bir şekilde görebiliriz. Bu da bir nevi cyberbrainlerin haykırışı niteliğindedir.
Animenin yönetmeni Mamoru Oshii filmin her karesinde gerçekçi bir film oluşturmaya çalışmış. Bu sebeple de animede yoğun hareket görüyoruz. Ayrıca GITS tüm zamanların en pahalı animelerindendir. Harcanan maddi manevi emek de animenin ilk dakikaları içinde farkediliyor.
Başa dönecek olursak, karakterlerin içinde bulundukları havuz, Motoko Kusanagi – Trinty benzerliği, başın arkasına giren kablolar gibi benzerlikler bir yana, GITS ve Matriks’te bazı karelerin neredeyse bire bir aynı olduğunu da görebiliyoruz. Neo’nun masada uyanma sahnesi ya da kapsülde uyandığında robot tarafından ensesindeki kablonun çıkarıldığı sahne. Bu noktada Matriks’in yapım tarihinin 1999 olduğunu hatırlatayım. Artık Matriks’i izlerken “Aaaa Ghost in the Shell bu!” diyebiliriz.
İkinci filmin analizini yaparken daha ayrıntılı şeyler yazacağım. Bu şimdilik bir ön yazı olsun.