Japonya başta olmak üzere eserleri ile dünya sinemasına büyük katkılar yapan Akira Kurosawa’nın 1985 yapımı Ran filmi, ilhamını Shakespeare’in Kral Lear adlı eserinden aldığı kadar Daimyo (Japonya’da güçlü feodal lordlara verilen unvan) Mori Motonari’nin hayatından kesitler de içeriyor. Tüm bunları bir kenara bıraktığımızda dikkatlice bakarsanız Kurosawa’nın hayatını da anımsattığını görebilirsiniz. 85 yapımı olmasına karşın 4K olarak yenilenen ve elden geçirilen görüntüsü ile Kurosawa bir kez daha ne denli yetenekli olduğunu yüksek çözünürlükte de ispatlıyor.
Kurosawa için Ran filmini çekmek pek kolay olmamıştır. Bir dönem Japonya’yı filmleri ile kasıp kavursa da Yedi Samuray gibi bir yapıtın ustası “fazla batılılaşma” damgası yemiştir. Kurosawa, Ran filmini aslında 1975 yılında çekmek istemiştir nitekim istediği bütçeyi bir türlü elde edememiştir. Derken uzaklardan, Fransa’dan Yapımcı Serge Silberman yardım elini uzatmış ve on yıl aradan sonra Ran filmi hayata geçirilebilmiştir. O dönem 75 yaşında olan Kurosawa bir yandan da artık yaşlılık ile mücadele etmeye başlamıştı. Ran için son filmim dese de 1990 yılında en sevdiği işi yapmak için geri dönmüştür
Kelime anlamı olarak Kaos veya Telaş anlamına gelen Ran’da sürekli savaş halindeki 16. Yüzyıl Japonya’sında geçiyor. Lord Hidetora Ichimonji, çok güçlü lakin yaşlandığını hisseden bir savaş beyidir. Durum böyle olunca krallığını üç oğluna paylaştırmaya karar verir. En büyük oğlu Taro, ihtişamlıyla göz dolduran büyük kaleyi alacak ve Ichimonji Klanı’nın başına geçecektir. İkinci oğlu Jiro ve üçüncü oğlu Saburo da sırayla ikinci ve üçüncü kaleleri alacak, ağabeyleri Taro’ya destek olacaktırlar. Hidetora’nın düşüncesi bu şekildedir fakat kardeşler, özellikle en küçükleri Saburo bu durumdan pek memnun değildir.a
Uyarlama olduğu için Kral Lear’a benzerlikler göze çarpıyor. Orijinal eserde kral, krallığını kızları arasında paylaştırırken Ran’da oğullar arasında paylaştırılıyor. Yine Kral Lear’ın yanında olduğu gibi Lord Hidetora’nın da yanında “budala” diyebileceğimiz bir eşlikçisi var. Elbette lordu korumaya yemin etmiş ve onu gölge gibi izleyen eşlikçisini de es geçmemek lazım. Ran’da savaşı ve gücün getirdiği yozlaşmayı gördüğümüz kadar yaşlı bir adamın gururuna ve yitip gitmesine de tanıklık ediyoruz. “Yüce Lord” unvanlı Hidetora’nın oğulları tarafından hiçe sayılması ve yaşattıkları savaş Hidetora için yıkım sürecininin fitilini ateşliyor. Hatırlarsanız ilk paragrafımda Kurosawa’nın da hayatını görebilmek mümkün demiştim. Kurosawa da 1950 – 1965 yılları arasında deha olarak görülürken o dönem eski kafalı olan Japon toplumu tarafından Hollywood’dan esinlenen sonraki eserlerinin benimsenmemesi Kurosawa’yı da bir nevi yıkıma götüren bir sürece sürüklemiştir. Öyle ki, 1973 yılında bileklerini keserek intihar teşebbüsünde bulunmuştur.
Kral Lear’da odak noktası kral iken Ran’da daha çok Hidetora’nın “yaşamı” göz önünde. Trajediden trajediye koşan Hidetora’nın geçmişi, ihtişamı, çöküşü, topraklarının bölünmesi ve kendisini en çok seven oğlu olduğunu düşündüğü Saburo’nun ilk baş kaldıran olması ile sadece Hidetora’dan ziyade “hayat” ön planda. Oğullar için Hidetora artık sadece yaşlanmış bir figürdür ve onlar için topraklar dolaysıyla savaş daha ön plandadır. Daimyo Mori Motonari’nin efsanelerinden de kesitler pekala Ran’da mevcut. Kurosawa, oradan alıp eklediği “Lady Kaede” karakteri ile adeta kendi Lady Macbeth’ini yaratmış
Filmin görsel üstünlüğünü tam olarak nasıl aktarabilirim bilemiyorum. Kurosawa, başta Kagemusha ve diğer epik samuray filmlerinden deneyim ederek kazandığı savaş sahnelerini Ran’da harika yansıtmış. Kıpırdamayan ve aksiyona kımıldamadan çeken birkaç farklı kamera çekiminin birleşimi ile oluşturulan görüntülerle günümüz filmlerde kameranın sürekli sallanması ile sanki filmin içinde değil de, tam tersine deyim yerindeyse birer tanrı olarak izliyormuş gibi hissediyoruz. Görsel olarak filmin bu denli başarılı olması elbette sadece çekim teknikleri ile alakalı değil. Emi Wada’nın Akademi Ödülü kazanmış kostüm tasarımlarının da rolü bir hayli büyük. Elli dikilen yaklaşık 1.400 kostüm film için Kyoto’da hazırlanmış ve tamamlanması üç – dört ayı bulmuştur
Ran filmini sadece bir Shakespeare uyarlaması olarak görmek çok yanlış olur. Kurosawa’nın elinden geçen hikaye sadece bir uyarlama değil, yeni bir soluk, yeni bir hayat, yeni bir hikayedir. Özellikle altı dakika süren ve sesin dahi kullanılmadığı sadece müzik ile desteklenen savaş sahnesi tek başına ele alınabilecek kadar muhteşem bir olaydır. Son sözüm olarak, özellikle 2010 yılında yeniden yayınlanan HD sürümünü muhakkak edinip Kurosawa’nın bu yapıtını izlemenizi tavsiye ederim