Hayal ve gerçek arasındaki çizgiyi aşan bir adamın hikayesi. Edward Bloom, yaşadığı maceraları, hikaye olarak aktararak geçirmiştir. Oğlu William Bloom, yıllardır anlattığı hikayelerden sıkılıp hikayelerinin gerçek yüzünü görmek isteyerek babasının ciddi hastalığını ve yakında öleceği haberini aldıktan sonra babasının anlattıkları ve gerçekte olanları öğrenmeye başlar. Edward, anlattığı hikayelerle bütünleşmiş biridir. Hikayeleriyle bu kadar iç içe geçmiş olması gerçekliği sorgulatıyor. Gerçeklik nedir? Gerçeklik sadece somut olarak algılayabileceğimiz şeyler midir? Somut olarak algıladıklarımız hakkında yanılıyor olamaz mıyız? Belki gerçekten derin bir rüyadayız eğer öyleyse bu derin rüyamızdan uyandığımızda gerçek sandıklarımızın hiçbir önemi olmadığını anlayacağız. Edward bize tam olarak dünyanın sıkıcı sadeliğini bırakıp öykülerle onu güzelleştirebileceğimizi anlatıyor. Edward sadece nehirde yüzen büyük bir balık ama oğlu tam olarak bunu kavrayamıyor. Oğlu William gerçeğin somutluğuna o kadar bağlanmış ki babasının nehirdeki büyük balık olduğunu göremiyor.
“Hayatının aşkıyla tanıştığınızda zaman durur fakat zaman tekrar harekete geçtiğinde daha hızlı ilerlemeye başlar.” Edward, karısıyla tanışmalarını bu şekilde tasvir ediyor. Her fırsatta karısına ne kadar aşık bir adam olduğunu gösteriyor. Hayatı boyunca sıkılmadan Edward’ın hikayelerini dinleyen karısı, Edward’ın ölümünün yakın olduğunu bilse de hikayelerde Edward’ın sonsuza kadar yaşayacağını biliyor. Edward hayatının kadınını ilk gördüğünde bütün hayatı boyunca tek seveceği kadın o olacağına karar veriyor. Aşık olduğu kadını ilk gördüğünde ona bakarken zamanın durmasını, aşkı hissettiğinde uzun süre kendine gelememesini ve tekrardan kendine geldiğinde zamanın hızlıca geçmesini yani aşık olduğun zaman sevdiğin kişiye bakarken zaman veya mekan kavramını fark etmeden bir anda kendine tekrar gelene kadar uzun sürenin geçtiğini ama bunu fark edilmediği çok güzel anlatılmış.
Edward’ın en büyük özelliği kendi gerçekliğinden hiçbir zaman şaşmamasıdır. Anlattığı hikayelerin dışına hiçbir zaman çıkmaz. Olaylar onun gördüğü şekilde olduğunu düşünür, diğerlerinin anlatmasını sade ve duygusuz olarak nitelendirir.
Tim Burton gibi hayalperest bir yönetmenin hikayelerle yaşayan bir ana karaktere kendinden fazlasıyla aktarma yaptığını düşünebiliriz. Diğer filmlerinde gördüğümüz o karanlık evrenden biraz daha farklı olan bu filmin dramatikliği ön plana çıkıyor. Ayrıca Edward’ın genç halini canlandıran Ewan McGregor oynadığı çoğu filmde olduğu gibi yine güzel oyunculuğunu konuşturup karakterle bütünleşerek mükemmel bir oyunculuk sergilemiş. Edward’ın yaşlı versiyonunu canlandıran Albert Finney’de gayet iyi bir iş çıkarmış. Masal tadında olan Tim Burton harikası bu güzel film kesinlikle izlenip üstüne uzun uzun düşünülmesi gereken mükemmel bir film. İyi seyirler.