Good Bye Lenin; Yıkılan Değerler Üzerine

Good Bye Lenin ile ilgili görsel sonucu

Geçmiş nedir? Yaşadıklarımız, gördüklerimiz, işittiklerimiz. Belki hepsi belki hiçbirisi.  Ne yazık ki günümüz insanı için geçmişte yaşamak artık bir lüks. Çünkü hepimizin ceplerinde hatta kollarında zaman makineleri var. İstediğimiz zaman geriye gidebiliyoruz. Peki, hissedebiliyor muyuz?

İşte esas mesele burada başlıyor hissedebilmekte, kendi yaşamımızın geçmişinde yer alan güzel, kötü, acı, tatlı anıları bir bir silip kendi yarattığımız geçmişe bakıyoruz. Hissedemiyoruz bir türlü o anıların ne kadar kötü bile olsa bizi biz yaptığını, o yüzden sürekli peşimizde bir gölge bir hayalet gibi dolanıyor.

Good Bye Lenin filmi bizlerin unuttuğu geçmişi yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Kurumların ve insanların ne kadar işlevsiz hale geldiğini ve bunların hangi süreçlerden geçerek bu noktalara vardığını gözler önüne seriyor adeta. Bu kültürel dönüşümü küresel markaları ve güçlü medyasıyla sağlayan kapitalist ülkeler, uydu devletleri çabuk bir şekilde kendisine evirmekte geç kalmıyorlar.

Filmde sosyalist sistemden kapitalist sisteme öyle bir evrilme yaşanıyor ki bir insan ne ara bu sisteme bu kadar ayak uydurdu da bu kadar sistemin yalancısı oldu? diye kendisine sormadan edemiyor. O kapitalist sistem ki dünyalarımıza ilk önce kendi değer yargılarımızla giriyor daha sonra bu yargılar üzerinden hepimizi ele geçirip birer zombiye dönüştürüyor.

a1

Filmin bir sahnesinde Ariane sosyalist sistemin köhne temsilcisi ve tek düzeliğine işaret eden eşyaları evden atıp yerine daha renkli ve çeşitli eşyaları evine sokmaya başlıyor. Başlarda bu çok hoşlarına gitse de bunları elde etmek için çalışması gerektiğini anlayan Ariane okulu bırakıp Burger King gibi kapitalizmin küresel temsilcisinde kasiyer olarak işe başlıyor. Bu da bize sosyalizmin zaten çoktan bittiğinin yerine yükselen sistemin zaten geldiğini işaret ediyor. Devrim ilk başta zihinlerde olur.

Konusuna kısaca değinmek gerekirse 1989 yılında Doğu Almanya’da sıkı bir sosyalist destekçisi olan Christina bir gün oğlu Alex’i eylemlerde görür ve kalp krizi geçirir. Sekiz ay boyunca komada kalan Christina uyandığında farklı bir dünya ile karşılaşmak üzeredir. Ancak oğlu Alex annesine bu farklılaşan dünyayı göstermek niyetinde değildir.

“Bana Spreewald turşusu alır mısın?” belki de bütün macera bu küçük istekle başlıyor. Turşunun burada simgelediği ise yıkılan bir ülkeye dair akılda kalabilecek bir tat. Bu tat damakta kalan bir tat değil aksine zihinlerde kalan bir tattır. Ülke değerlerine sıkı sıkıya bağlı bir anne ve o değerleri çoktan bırakmış bir evlat olan Alex’i ayıran şey budur işte. Alex, Spreewald turşusu değil de kabını bulup içerisine başka bir turşu doldurduğunda ise aslında değerlerin içerisinin ne kadar kolayca boşalabileceğini gösteriyor bize. Aslında turşu bize yıkılan değerleri hatta yıkılan bir ülkeyi temsil eder hale geliyor. Bir turşu bizleri hangi noktalara getirebiliyor. Filmde bize üç örnek seçilmiş; Turşu, reçel ve kahve. Değerler bu üç kavram etrafında seyirciye gözünde canlandırsın diye verilmiş.

Kapitalizmin kendi değerlerimiz üzerinden bizleri ele geçirdiğinden bahsettik. Filmde bunu bariz bir şekilde görmekteyiz. Almanlar evlerine milli maç dolayısıyla uyduyu sokuyor ve kendilerine yeni bir efendi yeni bir tanrı buluyorlar. Artık sosyalizm, Marksizm, Leninizm gibi değerler hayatlarında yoktur. Daha acımasız bir dünya vardır hayatlarında. Filmdeki gibi Astronot (Kozmonot) bile olsanız bu sistemde yeriniz kesinlikle yoktur. Ne kadar değer ürettiğin değil ne kadar mal ürettiğin ne kadar para kazandırdığın önemli.

Alex turşuları ve reçel kaplarını doldurmaya çalıştıkça aslında farketmediği kendi içerisini boşalttığıdır. Kız kardeşiyle girdiği bir sohbette; “Biz yirmi senedir hiç hasta olmadık” lafı bile terk ettikleri sistemi özlediklerinin göstergesi olarak karşımızda duruyor.

Arkadaşı Denis ile annesine hazırladıkları Doğu Almanya kanalı haber bültenlerine ne demeli peki? Sanki geçmişi annesine bir hediye olarak sunumu gibi gerçek gibi orada bize göz kırpıyor. Ülke hakkında çeşitli hikayeler uydururlar ve bunu gerçekmiş gibi sunarlar. Belki de bir bakıma yaptıkları şey gelen sisteme çabuk uyum göstermeleridir. Ülkelerine gelen bu yalan akımına kendilerini kaptırmış iki genç.

Sistemin çöküşünü ise Alex’in annesinin ilk kez dışarı çıkması ve Lenin heykelinin helikopterle taşınmasını görmesi kadar iyi bir temsil gösterilemezdi. Lenin Christina’nın yanından geçerken sanki ona güle güle der gibi döndü bir elinde kitap diğer eliyle hoşça kal der gibi son kez baktı o ülkeye ve bir daha dönmemek üzere gitti. İşte bir devrin bitip diğer devrin açılışı gerçekleşmiş oldu. Bir turşu ile başlayan hikayemiz devrimin son kişisinin de bundan haberi olmadan ölmesi ile son bulsa da aslında bu son bir başlangıç olarak hafızalarımıza kazınıyor.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir