Şebeke (The Network) Filmi: Yaratılan Yeni Tanrı

Sidney Lumet network ile ilgili görsel sonucu

Ne zaman en son kendimiz gibi yaşadığımızı düşündük? Ya da kendimiz gibi düşündüğümüzü… Hayatımızı dört duvar arasında birbirinden farklı karakterler arasında geçirmek bizleri ne zaman büyülemeye başladı? Yaşamlarımızda hep röntgenlemek var mıydı yoksa sonradan mı böyle olduk? Sorulması gereken soruları bile düşünmezken cevapları bulmaya çalışmak komedinin ta kendisi olup çıkıveriyor. İşte hayatta böyle olmaya başladı hepimiz için; komik…

Komedisini fark etmediğimiz ama oynamaya devam ettiğimiz bir filmin içerisindeyiz. Sinemada, müzikte, televizyonda belli kalıpların peşinde koşan, onlar gibi olmaya çalışan, dışına çıkan birisi olduğu zaman bir daha aramıza almayacak kadar bencilleşen bireyler olduk. Bütün bunların sonucunda ise kendimize yeni bir tanrı bulduk; Televizyon…

the network movie ile ilgili görsel sonucu

Yönetmen Sidney Lumet işte bu sebeplerden filmi çekme ihtiyacı hissetmiş olmalı. İşin komik yanı ise filmin Avrupa veya Asya sineması değil Hollywood sineması olması. Bizi uyutanın nasıl uyuttuğunu gösteren ama bunu gösterirken kendi güldürümüzü gözler önüne sermesini bile anlayamadığımız bir film. Sinyallerden, enformasyon akışından o kadar etkilenmişiz ki neyin ne olduğunu bile anlayamıyoruz. Sanki bizi birileri uyutmak için kendimizi ayna olarak kullanıyor.

Filmde, tecrübeli sunucu Howard Beale işten atılınca, canlı yayın sırasında şiddetli bir sinir krizi geçirir. Fakat yerlerde sürünen ratingleri onun bu sinirli atıp tutmalarından sonra tavan yapar ve haber kanalı onu anında tekrar işe alır ve ‘haber dalgasının çılgın peygamberi’ terimini yaratır. Fakat ‘peygamberin’ ratingleri azalmaya başlayınca Beale hakkında bir şey yapmanın zamanı gelir. Tabii ki bunun kamera önünde, canlı ve stüdyo konuklarının önünde olması ilk tercihtir.

Sidney Lumet network ile ilgili görsel sonucu

İnsanlar o kadar büyükler ki tanrı bile yaratabiliyorlar. Bu tanrının peygamberi de Howard Bale karakteridir. Onun programını yaptığı stüdyoya kilisedeki gibi vitray camlardan getirtilmiş ve ışık oradan verilmiştir. Çünkü televizyon bir tanrı, enformasyon din o ise dinin peygamberiydi. Bir peygamberin görevi dinini yaymaktır. Normal şartlarda bir dinin olanı olduğu gibi anlatarak yayılması gerekir. Fakat bu iş televizyonun yaydığı enformasyon dinine gelince tam tersi şekilde işler hale geliyor. Bu dinin kendilerini ne hale getirdiğini anlatan Bale insanların bu kayıtsız halleri karşısında daha da şaşkınlığa düşüyor.

Hepiniz ahmaksınız… Bir insana gidip bu lafı söylerseniz ya kavga edersiniz ya da kötü bir söz duyarsınız. Ancak iş peygambere gelince komedi filminin ortasındaki çılgın karakterler gibi alkış kıyamet kopuyor. Bu insan temsili bizlerin televizyon karşısındaki pasif duruşumuzun aslında içten içe ne kadar aktif bir yanardağ gibi olduğunun açık bir gösterisi sadece. Öyle bir yanardağ ki patlaması karakterimize yansıyor. Kendimizi onlar gibi hissedip onlar gibi görüyoruz.

Sidney Lumet network ile ilgili görsel sonucu

Her gün Televizyon karşısında izlediğimiz görüntülerden ibaret yaşamlarımız. Bilginin, eğlencenin, yaşamın ve daha birçok şeyin kaynağı televizyon… Haliyle bir zaman sonra bizler onu kutsamaya ona tapmaya ve o ne isterse onu yapmaya başlıyoruz. Yani kendi yarattığımız tanrıya tapar hale geliyoruz. Toplumların kültürünü değiştiren, insanları birbirlerine düşüren, nasıl giyinip nasıl yaşayacağımızı belirleyen yegâne kaynak olarak hayatlarımızın başköşesinde yer alıyor. İşte böyle bir ortamda Howard Bale gibi bir peygamberi seçen televizyon, onun aracılığıyla bizleri ters psikoloji ile yönlendirip kendi istediği yola sokmakta ve bizlerin özgür irade ile hareket etmesini kısıtlamaktadır.

Filmde Howard Bale karakteri bir şeyleri düzeltmek isterken daha da bozmaktadır. Bale; “Başımız büyük belada” derken bile hala bozmaya devam etmekte. Toplumlar öyle bir noktaya varmışlar ki ne yaparsak yapalım kurtarılamayacak bir hastalığın pençesine düşmüş durumdadır.

Bir başka bakış açısı da televizyon ve onun gibi kitle iletişim araçlarının zamanla yerlerini başka tanrılara bırakmasıdır. İlk olarak radyo hayatımıza girdi. Ondan öğrenmeye başladık. Zamanla radyonun resimlisi çıktı ve bizler ona dönüş yaptık. Günümüzde de bilgisayar ve bilgisayarlaşmış telefonlardan öğrenmeye oradaki bilgileri gerçek kabul etmeye başladık. Bu biraz “Titanların Savaşı” filmindeki konuya benziyor. Oradaki tanrılar insanlardan dua alamayınca giderek güçsüzleşmeye başlayıp iktidardan düşüyorlardı. Radyodan telefona evrilme hikayesi de buna benziyor. Gücünü kaybeden iktidar sahnesinden bir bir çekilip yerini yeni tanrıya bırakıyor. İnsanların nankörlüğünden ve bitmez tükenmek bilmeyen hırslarından başka bir gösteriye şahit oluyoruz.

Sidney Lumet network ile ilgili görsel sonucu

Aslında bu filme Neil Postman’ın “Televizyon Öldüren Eğlence” kitabında bahsettiği gibi Huxley’ci bakış açısıyla da bakılabilir. Postman, Huxley’ci bakış açısında; “Halkın baskıcı bir otoriteye ihtiyaç duymadığını, halkın saçma sapan şeylerle eğlendiği ve kültürel yaşamın eğlence turları şeklinde yeniden tanımlandığı ve ciddi kamusal konuşmaların bebeklerin çıkardıkları seslere benzediği ve kısacası halkın kendisi bir izleyici kitlesi, halkın kamusal işleri vodvil temsiline döndüğü zaman, artık ulus riskle karşı karşıya gelmiş ve kültürün ölümü açık bir olasılık halini almış demektir.” şeklinde bir söylem geliştirmiştir.

Tam anlamıyla bir sistem eleştirisi, sistemin medya ayağını konu alan bir film olarak göze çarpıyor. İnsan ve televizyon arasındaki saçma gereksiz ilişkiyi gözler önüne seren film insanın televizyona olan bağımlığını sorguluyor. Howard Beale karakterinin delilik ve dehalık arasındaki ince çizgiyi çok iyi yansıtıyor. Medya dünyasını sorgulayan film, 4 Oscar ödülü sahibidir.

Kaynak

Postman, Neil (1999), “Televizyon: Öldüren Eğlence, Gösteri Çağında Kamusal Söylem” Çev. Osman Akınhay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir