Film ilginç bir açılış sahnesiyle başlıyor. Şişman kadınlar sahnede çıplak dans ediyor. Filmin yönetmeni olan Tom Ford’un bu sahneyi bu kadar gözümüze sokmasının nedeni zayıf bir kadın toplumda gayet ilgi çekici ve çıplaklığından rahatsız olunmazken, şişman olan kadına toplumun ilgi duymamasından, çirkin bir görüntü olarak görmesinden ve bunu sembolik olarak sahnede dans eden şişman kadınlar olarak aktardığını düşünebiliriz.
Film başarılı bir sanat galerisi sahibi olan Susan(Amy Adams)’a eski kocası Tony(Jake Gyllenhaal)’nin, Susan’dan esinlenerek yazdığı romanı “Nocturnal Animals” kitabını göndermesiyle Susan’ın şimdiki yaşadıklarını, geçmişi ve geleceğiyle ilgili düşünmeye başlamasına sebep oluyor. Susan, içinde büyük çatışmalar yaşayan bir kadın olduğu için film boyunca bu çatışmayı, geçmişte yaşadıklarını, hikayeyi okurken kendi kafasından bağlantılar kurmasıyla anlayabiliyoruz. Geceleri uyuyamayan ve boşlukta hisseden Susan, kendi adına yazılmış olan Nocturnal Animals kitabını okurken karmaşık duygular yaşamaya başlıyor. Ayrıca Susan annesi gibi baskıcı ve duygusuz birine dönüşmekten korkuyor fakat geçmişte yaptıklarını gözden geçirince farkında olmadan çoktan annesine dönüştüğünü anlamaya başlıyor.
Tony, Susan için yazdığı hikayede bir ailenin tatile giderken yolda bazı kişiler tarafından rahatsız edilmelerini ve buna bağlı olarak yaşadıkları olayları anlatmış, sembolik olarak tatile giden aileyi Susan ile kurdukları aile olarak düşünerek, duygularını hikayedeki Edward karakterine yansıtmış. Edward, olanları durduramadığı için kendini zayıf hissetmektedir. Hikaye dışında eski evlilik yaşantılarında da Tony, Susan’ın onu zayıf olarak gördüğünü düşünüyordu. Kısacası Tony, yıkılan evliliklerini bir şekilde kendi zayıflığına bağladığını düşünebiliriz. Ayrıca hikayeyi genel olarak düşünürsek Tony’nin duygularını trajik bir hikayeyle anlatmasıyla çok sevdiği eski karısından bir şekilde intikam almaya çalıştığını söyleyebiliriz. Birbirini çok seven ve aralarında bağ oluşmuş iki insanın aslında hiçbir zaman bu sevgiyi terk edemeyeceklerini, sadece yaşadıklarını hatıralarında yaşatacaklarını ve yalnız kaldıkları zaman bu yaşanmışlıkları hatırlayacaklarını yani bir şekilde kendi zihinlerinde sevgilerini ölümsüzleştireceklerdir. Çok sevdiği bir kişiden ayrılan insanın hayatı boyunca bu sevgiyi tekrar bulamayacağını Tony karakterinde çok güzel yansıtılmış. Tony’nin yazdığı hikayede yaşadıkları ilişkiden ilham alarak trajik bir hikaye yazması belki de Tony’nin, Susan’ı aklından atma çabası, hayatına iyi bir yazar olarak devam etmeye çalışma çabaları olarak düşünebiliriz.
Film, Susan’ın kitabı okuması, geçmişte Tony ile yaşadıkları ve şimdiki hayatı olarak 3 farklı zamana ayrılıyor fakat zaman geçişler belli bir düzende ilerlemiyor. Genel olarak filmin oyuncularından bahsedecek olursak başrolden, yardımcı oyunculara kadar gerçekten çok güzel bir performans sergilenmiş. Başroldeki Amy Adams(Susan) ve Jake Gyllenhaal(Tony) özellikle Jake çok iyi bir oyunculuk çıkartmış. Tony karakterinin dramatikliğini yansıtmak, Susan karakterine göre daha zor olmasına rağmen Jake Gyllenhaal, gayet iyi bir iş başarmış. Diğer oyunculardan en göze çarpan isimlerden biri Aaron Taylor-Johnson canlandırdığı Ray Marcus karakterinin hakkını vermiş. Soğukkanlı polisi canlandıran Michael Sheen(Carlos) gayet iyi bir performans sergilediğini görebiliyoruz. Austin Wright’ın romanından uyarlanan Tom Ford’un ikinci yönetmenlik filmi olan bu film, Tom Ford’un yönetmenlik konusunda ne kadar kararlı olduğunu ve bize daha birçok güzel film izleteceğinin işareti gibi gözüküyor.
Susan: Do you ever feel like your life has turned into something you never intended?