Korkmak… Hayatımızı şekillendiren ve bizi bu noktaya getiren bir his. Yüzyıllar boyunca korktuk durduk, sevmekten, sevilmemekten, kazanmaktan, kaybetmekten, bilmekten, bilememekten… İnsanlığı şekillendiren bir şey olduğunu da yeni fark ettik. Korkularımız bize yüzyıllarca yol göstericilik yaptı fakat bizim kontrolümüzde olduğu sürece… Eğer ki kontrolden çıkarsa bizi yönetmeye ve paranoyaklaştırmaya başlar. Bunun bir adım ötesi de güvenlik önlemleri ve aşırı kurallardır.
Peki günümüz dünyasında ne kadar güvendeyiz ya da güvende hissediyoruz? Sorunun cevabı teknolojide gizli aslında… Çevremizi saran görünmez bir duvar var, güvenlik ağlarıyla her an bizi dış tehditlere karşı koruyan bir duvar bu. Fakat ne kadar teknolojik yenilik gelirse gelsin her an bununla birlikte yeni güvenlik problemleri geliyor ve buna karşılık yeni önlemler gelişmeye devam ediyor. Hemen en yakınınızdaki telefona bakıp ne tür güvenlik önlemleri aldığınızı görebilirsiniz. Artık bu konu öyle yâdsındı ki belki de birçoğumuz farkında bile değiliz.
11 Eylül 2001 İkiz kule saldırılarından sonra bir Amerikalı aile güvenliklerinden öyle endişe ettiler ki derilerinin altına çip taktırdılar. Bu çip sayesinde güvenlik birimleri tarafından her an izlenebilecek ve tehlike anında haber verecek bir donanım ile ailenin güven duygusunu tatmin ediyordu.
David Fincher’ın çekmiş olduğu Panik Odası filmi de tam böyle bir film. Kendilerini evlerinde bile rahat hissetmeyen insanların yaptırdıkları bir kaçış noktası bulunuyor. Adı ise Panik Odası…
Kısaca filmin konusuna değinmek gerekirse; kendisini aldatan kocasından boşanmış orta yaşlı bir kadın olan Meg Altman, kızı Sarah ile Manhattan’da dört katlı bir ev satın alır. Evde sığınak olarak yapılmış panik odası bulunmaktadır. Panik odasından evin her tarafı kameralarla gözlenebilmektedir ve diğer çeşitli güvenlik sistemleri bulunur. Bununla beraber, panik odasına dışarıdan ulaşmak mümkün değildir. Panik odasına evin önceki sahibine ait olan 22 milyon dolar saklanmıştır. Bunu bilen Burnham, Raoul ve Junior anne-kızın taşındıkları günün gecesi eve girerler ve olaylar gelişir.
En başta bahsettiğimiz korkularımızın bizi yönetmesi durumda filmde görüldüğü gibi bizi önlemler almaya itecektir. Fakat biz ne kadar önlem alırsak alalım mutlaka bunu geçebilecek birileri de olacak. Filmde bir başka işlenen konu her ne kadar güvenlik adına koyulsa da kameralardır. Onlardan hırsızların her hareketlerini izleyen Meg ve kızı aslında birer izleyici pozisyonundadır ve onların her hareketlerini gözetlerler. Hırsızlar bunun bir süre farkına varmazlar ve gayet doğal davranırlar. Klasik bir izleyen ve izlenen vardır karşımızda… Bu klasik sahneyi daha önce Alfred Hitchcock’un ünlü eseri “Arka Pencere” filminde görmüştük. Orada L.B. Jefferies komşusunu gözlüyordu. Tek mekanlı filmlerin tipik bir özelliğidir aslında izlenen ve izleyen. Yine Hitchcock’un “Ölüm Kararı” filminde arkadaşlarını öldüren Philip ve Brandon, öldürdükleri kişinin ailesi de dahil olmak üzere birçok kişiyi yemeğe davet ederler. İki arkadaş orada kişilerle sohbet ediyormuş gibi görünse de aslında bir gözlem yaparlar ve kişilerin hareketlerini, tepkilerini incelerler.
Panik Odası filmi korku kültürünü yansıtan ve güven duygusunu başka metalarla sağlamaya çalışılanların aslında ne gibi bir sonla karşı karşıya kalabileceklerini gösteren bir film olarak göze çarpıyor. O odadan çıkmak girmekten daha zor ve şu konuya da dikkat çekmek gerekiyor, orası olsa bile rahat değilsin tehlike her an gelip seni bulabilir.