Öyle bir film düşünün ki içerisinde hem adalet anlayışını işlesin hem de kendimize içsel bir bakış olsun. Ölümle Yaşam Arasında tamda böyle bir film. İçerisinde adalet kavramının hem tekil bireyler açısından yanlış anlayışı mevcut hem de insanlar olarak kendi düşündüklerimizin ne kadar doğru olduğu gibi bir saplantıya, yanılgıya düştüğümüzü gözler önüne seren bir senaryosu var.
Filmin kısaca konusuna değinecek olursak; David Gale (Kevin Spacey) üniversitede psikoloji bölümünde Profesördür. Gale Death Watch adında idam karşıtı bir örgütün sıkı temsilcisidir. Fakat David tecavüz ve cinayetten idama mahkûm edilir. İdamına üç gün kala ünlü bir gazeteci olan Bitsey Bloom (Kate Winslet) ile röportajlar yapmaya başlar ve o anlattıkça hikâyesinin çok başka olduğunu görürüz.
Bir gazeteci haberi yaparken ne kadar tarafsızdır? Filme göre cevap verirsek Bitsey Bloom bir süre önce çocuk pornosu haberi yapmış ve bu uğurda kısa da olsa hapis yatmayı göze almış bir gazetecidir. Bu şartlar altında bir tecavüzcü ve katilin röportajını yapmaya giden Bloom ne kadar tarafsız olabilir? Zaten bunu yolda stajyeri ile tartışmasından anlayabiliyoruz. Bu noktada şunu görüyoruz; stajyer sağduyuyu Bloom ise onun tam tersini temsil ediyor, stajyerin asli görevi tamamiyle bu. Bloom önyargıyla ve o duygusuzluğunu yüzüne yerleştirmiş şekilde cezaevinde David Gale’in yanına gidiyor. Gale ona ne söylerse söylesin onun hakkındaki fikir ve düşünceleri değişmeyecekmiş gibi bir tavır takınıyor. Belki bir noktada haklı diyebiliriz onun için, o adam ne söyleyebilecekte fikirleri değiştirecek diye düşünebiliriz.
Fakat kırılma noktası tamda bu noktadan sonra başlıyor ve Gale, Bloom’u adeta Dr. Lecter ile görüşmeye gelen Clearence gibi avcunun içine alıyor. Onu yönlendirmeye (İkisinin de psikoloji alanından olması tesadüf mü acaba?), Bloom’a hayat hikâyesini anlatmaya başlıyor. Başlarda ketum bir tavır takınan Bloom kesinlikle bundan etkilenmiyor. Fakat işler kaset konusu açıldığında biraz ilginçleşmeye başlıyor. Gale bir kasetin varlığından bahsediyor ve bu kasetin kendisini kurtaracak bir delil olduğundan söz ediyor. Usta bir gazeteci olan Bitsey ise bu kaseti nasıl bulacağını öğrenmek istiyor ve burada Gale seni bunun için buraya çağırdım bu senin görevin diyor. Ama zaten Bitsey kaseti değil kasetin bir kısmı onu bulacak ve kafalarda biraz daha soru işareti oluşacaktı. İlerleyen bölümlerde Bloom ile stajyeri kasetin bir kısmını daha bulacaklar ve David Gale’i kurtarma süreci başlayacak.
Kasetin filmin sonunda tamamen öyle olmadığını gördüğümüzde arka planda kalan aslında temel adalet olgusunu soruştururken başvurulan bir kavram göze çarpıyor; fanatizm. Filmde yönetmen Alan Parker bu konuyu öylesine gizlemiştir ki sonunda ancak anlayabiliyoruz. Filmin başlarında Gale derste öğrencilerine Lacan’ın fantezi kuramından bahsediyor; “Bir şeyin fantezi olabilmesi için imkansız olması gerekir. Ulaşılabilir bir şey olursa o fantezi olmaz.” Bu sahnede Death Watch’un bir fantezi ürünü olduğunu düşünsek dahi ilerleyen bölümlerde kurgusal bir planla (canını verecek kadar bu davaya sıkı sıkıya bağlı olacak şekilde) fantezi olmaktan çıkarıp işleyen bir yapıya dönüştüğünü görüyoruz. İnsanları derinden sarsmak için aktif bir eylem planlıyorlar. David Gale’in aslında hayatını adadığı, bunu gerçek manada yaptığı ve gösterdiği performans bir insanın gözünü kararttığında neler yapabileceğinin bir göstergesidir. Bitsey Bloom’a kasetlerden bahserken izleyenler olarak olayın klasik film senaryolarındaki gibi Bloom’un masum adamı kurtarma süreci başlatacağını ve zor da olsa yetişeceğini kurtaracağını düşündürüyor. Yalnız, Gale şu kurala üç gün boyunca sıkı sıkıya riayet ediyor; önemli bir konuyu tam sohbetin bitmesine yakın söylüyor ve karşısındakinin konu hakkında daha fazla soru sormasının önüne geçiyor. Böylece Bloom’un merakını daha fazla cezbetmiş oluyor.
Filme incelerken şu konuyu es geçersek konuyu eksik ya da yanlış algılamış oluruz. Filmin yönetmeni Alan Parker’da idam karşıtı birisi ve konuyu anlatırken iki taraftan bağnazlık ya da fanatizm temalarını sergiliyor.
Film ile alakalı irdelenmesi gereken adalet kavramının insanlar açısından algılanış biçimidir. Yönetmen, idam kavramının yanlışlığı üzerinde dururken içimizde hep var olan intikam alma duygusunun sorgulanması gerektiğine dikkat çekmiştir. Adalet kavramında şöyle bir kural vardır; “Mahkemece suçu sabitlenmeyen hiç kimse suçlu değildir.” Buradan yola çıkarsak bizim kendimize karşı bu acımasızlığımız neden var? İşte sorgulamamız gerekilen bu. Burada bahsettiğimiz konu David Gale’in Berlin’e tecavüz etmesiyle suçlanması ve sonucunda mahkemeye çıkmadan salınması. Her ne kadar mahkemece suçu sabitlenmese bile artık insanların gözünde suçlu pozisyonundadır. Vicdanlarda yargılanmış ve suçlu bulunmuştur. Bu da bizi şuraya götürüyor; Zanlı sıfatı taşıyan kişiler ilk önce insanlarca daha sonra bu insanlar tarafından kurulan mahkemelerde yargılanıyor. Yani hiçbir zaman özgür mahkemelerden bahsedemeyiz.
David Gale ayna olarak kendisini kullanıyor ve insanlara aslında ne olduklarını göstermek amacıyla kendisini hapse attırıyor, idama mahkum ettiriyor. Adalet dediğimiz kavramın insan psikolojisinden ayrılan yönleri olması gerektiğini gösteren Gale karakteri, bizlerin kavramı ne kadar etkilediğimizi hatta üzerinde ne kadar baskı kurduğumuzu gözlerimizi önüne seriyor.
David Gale’i kurtaramayan Bloom onun için gözyaşı dökerken bir yandan ölümüne sevinen insanlar gözümüze çarpıyor. Adalet kavramının tabutuna son çiviyi de bu sevinen insanların çaktığını görmek zor değil. Bloom içten içe düşüncelerini değiştirmekte geç kaldığı için pişmanlık yaşıyor ve bu gözyaşlarını sadece Gale için değil onun gibi adalete kurban gitmiş insanlar için döküyor.
Filmde yönetmen Alan Parker bizleri tek konu üzerinde yoğunlaştırmak yerine birden çok olgunun üzerinde durarak türünün farklı bir örneğini sunuyor. Adalet, Fanatizm ve İdam kavramlarını açıklarken başvurduğu yollar insanı zihnen çıplak bırakıyor ve başka bir düşünce tarzının da mevcut olabileceğini, tabuların yıkılmasına ön ayak olabileceğini belirtiyor. Adalet gerçekten bizler için intikam alma aracı mı yoksa işlenen suçların cezasının çekildiği bir olgu mu?