Aşk nedir? Bazılarımıza göre iki kişinin birbirini sevmesi, bazılarımıza göre ise karşılık beklemeden de olsa sevmektir. Bir insan âşık olduğu kişiye ulaşmak için neler yapabilir? Bunun sonu var mıdır?
Bazı aşklar vardır ki hiçbir zaman karşılığı olmaz ve saplantı haline gelebilir. Bunun sonucunda kişi kendi aşkını besleyebilmek için çeşitli yollara başvurabilir, örneğin, röntgencilik. Tabi ki röntgencilik sadece aşk üzerine olmayabilir. Bazen merak ya da haz verdiği içinde bu yola başvurulabilir. Bu konu üzerine çekilen en iyi filmlerden birisi Alfred Hitchcock’un Arka Pencere (Rear Window) adlı yapıtıdır. Filmde, L.B. Jefferies (James Stewart) adında ünlü bir gazeteci geçirdiği kaza sonucu bacağındaki kemikler kırılmıştır. Evde oturmaktan sıkılan Jefferies kamerasıyla karşı daireleri gözetler ve bir takım olaylardan sonra karşı komşusunu bir süre görememesi sonucu cinayete kurban gittiği şüphesiyle hareket eder. Bu olaylara sevgilisi Lisa Fremont (Grace Kelly)’u da dâhil eder ve bir süre sonra beraber bu olayı çözmeye çalışırlar. Filmin en can alıcı noktası ve ana temasını ise başkarakterlerden olmasa da hizmetçi Stella (Thelma Ritter) belirler. Stella, başkalarının gözetlemenin yanlış olduğunu söyler ve Jefferies’in bu tavrını kesin ve net bir şekilde sorgular.
Aşk Üzerine Kısa Bir Film ile Krzysztof Kieslowski bize bu temeller üzerinde yükselen bir film vaat ediyor. Fakat filme gelmeden bu eserin daha önce yayınlandığı diziden bahsetmek gerekir. Kieslowski ilk olarak Dekalog serisinde bu senaryoya yer verdi. Dekalog dizisi Yahudiliğin 10 emiri üzerinden her bölümü bir emiri yansıtacak şekilde çekilmişti. Bu filmde gösterilen ise dizinin 6. Bölümünde zina etmeyeceksin emiri üzerine temellenmişti. Fakat Kieslowski bu konuyu çok farklı bir yönden anlatmayı tercih etti ve psikolojik temellere oturttu, seyircinin bazı şeyleri sorgulamasına ön ayak oldu. Mesela en başta sorduğumuz aşk nedir? Aşk bir saplantı mıdır? gibi. Film, bize aşkın sadece bir yönünün olmadığı, farklı açılardan aşk nasıl olurmuş onun bir gösterimini sunuyor. Bunun yanında âşık bir insanın nasıl hareket edeceğini gözler önüne seriyor.
Kısaca konusuna gelirsek; Tomek, postanede çalışarak geçimini sağlayan ve sıradan bir hayatı olan birisidir. Fakat her akşam aynı saatte dürbünü ile karşı apartmandaki kendisinden yaşça oldukça büyük olan Magda’yı izler. Ona platonik bir şekilde âşık olan Tomek zaman zaman Magda’nın posta kutusuna posta çekleri bırakır böylece bazı zamanlarda olsa postaneye gelmiş olur ve Tomek onu görmüş ve hatta onunla konuşmuş olur ancak posta çeklerinin karşılığı olmadığı için hep eli boş döner Magda. Çekingen olan Tomek posta çeki sebebiyle gelmiş olan Magda’nın kızgın bir şekilde postaneden ayrılmasından sonra peşinden gider ve çekleri kendisinin gönderdiğini söyler ve ona âşık olduğunu itiraf eder. Fakat bu aşkın Magda’da karşılığı çok farklı şekilde olacaktır. Magda filmin ilerleyen bölümlerinde ona ne kadar acımasız davransa da bir süre sonra Tomek’e anaç duygular beslediğini görürüz.
Tomek’in gözetleme yapması burada cinsel manada ne kadar acı çektiğini gösteriyor. Fakat şu konuya değinmeden geçmek hata olur; Tomek aslında bilinçli bir şekilde olmasa da Oidipus sendromunu yaşıyor ve Magda’yı istemsiz bir şekilde annesinin yerine koyuyor. Fakat dediğimiz gibi bunu keşfedecek bilince Magda ile tam olarak tanıştıktan sonra ulaşıyor. Gözetleme işine dönecek olursak Tomek gözetleme sırasında cinsel bir doyuma ulaştığını görüyoruz. Bunu her gün yapan Tomek ona ulaşmak için her yolu deniyor. Ancak filmin şu aşamasında bizler seyirci olarak Tomek’e eşlik ediyoruz, dolaylı olarak başka bir hayatı gözetliyoruz. Laure Muvley “Görsel Haz ve Anlatı Sineması” adlı makalesinde; “Sinema esasen var olan haz giderme aracı olarak iş görür hatta bu iş daha da ileri giderek skopofiliyi ve narsistlik yönü geliştirir” diyerek film izlemenin bu yönüne dikkat çeker.
Film içerisinde sadece Tomek’in gözetlemesi işlenmez bunun yanında Magda’nın da teşhircilik yanı ortaya çıkar. Magda, Tomek’in kendisini izlediğini öğrendiğinde bunu belki ona tepki olarak belki de yıllardır bastırdığı duygularının dışa vurumu olarak bu yönünü ortaya çıkartır. Magda işi o kadar ileriye götürür ki Tomek’in telefonla aramasını isteyip aradığında ise onu iyi izlemesini ister. Ama sonunda iş farklı bir boyuta ulaşır ve bu işten Tomek zararlı çıkar.
Kişiye göre aşk konusu değişebilir. Kimisi aşkı cinsellik kimisi iç huzur kimisi de yalnızlıktan kurtulmak olarak görebilir. Burada karakterlerimiz aşkın iki farklı yönünü temsil ediyor. Tomek aşkı huzur bulabileceği bir olgu olarak, Magda ise sadece cinsellik olarak görüyor. Magda, Tomek’le ilk konuşmasında ona ne istediğini soruyor ve tam olarak şu cümleyi kuruyor; “Benimle sevişmek mi istiyorsun?” İlerleyen sahnelerde Magda’ya baş başa kalan Tomek’in ereksiyon olması sonucunda ona; “İşte aşk denen şeyi her şeyiyle görmüş oldun böylece” der Magda… Bunun sonucunda gururu kırılan Tomek eve döner ve banyoda bileklerini keser. Bundan haberi olmayan Magda ise ona ulaşamaz. En son olarak evine gider ve intihar ettiğini öğrenir.
Bu durum Magda’da farklı duygular uyandırmaya başlar ve sonunda Tomek’in duygularına ulaşmaya başlar. Tomek’in ruhunu kendine katar ve onu anlamaya çalışır. Onun odasına girer ve dürbününden kendi dairesine bakar. Bu bakış aslında kendi içine bakıştır çünkü insanlar yaşadıkları yerleri kendi yaşam tarzlarına göre düzenlerler ve bu yönde şekillendirmeye devam ederler. Zaman geçtikçe duygu ve düşünceler değişir bunun mekâna yansımaları da olur. Bu sebepten Magda’nın dürbünden bakması kendi içine yaptığı yolculuktur, ister istemez kendinin görür fakat oraya Magda gözüyle değil Tomek’in bakış açısıyla bakar ve ağladığı geceyi görür dürbünde, sütün dökülüşünü ve onu umursamayışı işte Kieslowski ruhun temizlenişine işaret eder bir insanın içten içe mutsuzluğu ve bundan kurtulmaya çabalaması ruhunu arındırmaya çalışması ama ağlarken bu sefer Tomek yanındadır ve onu hisseder tüm ruhuyla…
Son olarak değineceğimiz konu ise bu filmde Kieslowski’nin çokça kullandığı bir sembol var; süt… Filmde süt kavramının vurgulandığı sahneler şöyleydi; birinci olarak Magda’nın markette sürekli süt içmesinden ama kapısına yeni süt bırakılmadığından dolayı ettiği şikayet, ikinci olarak bir gece sevgilisiyle kavga eden Magda’nın üzgün şekilde eve geldiğinde ilk eline aldığı ve döküldüğünde umursamadığı sahne ve son olarak Tomek’in süt dağıtımı yaparken Magda’ya ilk kişisel tanışmaları (her ne kadar Magda bilinçsiz bir tanışma yaşasa da). Kieslowski’nin bu kavramı saflığı, temizliği temsilen filme koyduğu görülüyor. Magda’nın sütle bu kadar haşır neşir olması kendi ruhunda yarattığı kirlemişliği onunla temizlediğine işaret ediyor. Yönetmen burada zina kavramına işaret ediyor. Yani o kavramı her ne kadar geri planda bıraksa da onu bir metafor üzerinden açıklıyor.
Kieslowski’nin filmografisindeki 10 bölümlük “Dekalog” adlı dizinin 6. bölümü olan “Aşk Üzerine Kısa Bir Film” yine onun imgelerini ve anlatım tarzını ortaya koyuyor. Esasen zina etmeyeceksin kuralını anlatan film(ya da dizi bölümü olarak) bunu salt dar pencereden değil daha geniş açıdan bakabilmeyi başarmıştır.