Tarih konuları yıllar içerisinde birçok kez sinemada işlendi. Hatta kimi konular defalarca işlendi ve zaman zaman önümüze dizi olarak konuldu. Sonunu bildiğimiz halde neden merakla izliyoruz? Bunun cevabı aslında insanın tatmininde yatıyor. Kendini tatmin etmek insanlığın vazgeçilmez tutkusudur. Türk sinemasında Çanakkale veya Kurtuluş Savaşlarıyla ilgili defalarca filmler çekildi ve hepsi de sonu bilinen şekilde bitiyordu, ama her seferinde sonunu bilsek bile milyonlarca insan izlemek için sıraya giriyorlar.
Baudrillard “Sinemanın bir tarih bilinci kazandırması gibi bir düşünceden alınacak keyif de bir yanılsamadan başka bir şey olmayacaktır. Burada da aynı yanlış anlama ve kandırmaca süreciyle karşılaşılmaktadır”[1] diyerek sinemanın yarattığı tarihsel bilince dikkat çeker. Evet, sinema başka bir tarihsel bilinç oluşturmuştur.
Bu türün karakterlerinde belirgin özellikler görülür. Sanki tarihin içerisinde değillermiş gibi görünürler. Kadınlar bakımlı, erkekler ise her daim karizmatik ve yakışıklıdır. Buna en iyi örnek verilecek film türü ise Western’dir. Vahşi Batı konusunun işlendiği filmlerde ana karakterdeki kadınlar sarışın, renkli gözlüdür, yine ana erkek oyuncu da aynı şekilde sarışın ve genelde mavi gözlüdür. Yan rollere baktığımızda (genelde kötü karakterdedirler) ise esmer ve kirli sakalı bulunan bir erkek, kadın yan rollerde ise yine ana karakterdeki gibi aynı özen gösterilmemiş tip karşımızda durur.
Platon sanata “taklidin taklidi” olarak bakar. Biz de tarih konusu içeren filmlere bu şekilde bakmalıyız ve o bilinçle izlemeliyiz. Yani gerçekte olan olayların yönetmenin, senaristin duygu ve düşüncelerini harmanlayıp beyazperdeye aktarıldığını unutmamalıyız. Gerçek yaşanan bir olay var ve sinema bunu sadece kendi çerçevesinden ele alıyor. Kendi çerçevesinden almaya bir örnek vermek gerekirse 2001 yapımı Kara Şahin Düştü filmi buna uyacaktır. Filmde düşen kara şahin helikopterleri bir başarısızlık örneği olarak gösterilmemiş aksine kurtarma operasyonları ile Amerika’nın gücü tüm dünyaya gösterilmiş oldu. Tarihi propaganda amaçlı kullanım söz konusu.
Yukarıda anlatılan birçok öğe 2004 yapımı Truva filminde görülüyor. Film Homeros’un İlyada’sı baz alınarak işlendi. Filmde Akhilleus karakterini Brad Pitt, Helen karakterini ise Diana Kruger canlandırmıştı. İki karaktere de baktığımızda bahsettiğimiz kıstasları çok net bir şekilde görebiliyoruz. Kadın ve erkek oyuncular sarışın ve mavi gözlüler… Hikaye kurgulanırken birçok karakterin çıkartıldığı görülüyor. Hikayenin olduğu gibi işlenmediği görülüyor.
Ülkemizde ise buna benzer birçok örnek bulunmaktadır. Tv dizisi olarak çekilen Muhteşem Yüzyıl tarihin yeniden kurgulanmasıdır. Arkasında bir sürü tarihçiyi barındıran dizi tarihi yeniden yorumlayarak çekmiştir. Konu olarak aldığı dönemi sadece tek açıdan işleyerek seyirciyi kendisine bağlamıştır. Türkiye’de seyirci ister sinemada olsun isterse Tv’de konusu ne olursa olsun aşk konularını severek izliyor. Dizinin yapımcıları da bundan yola çıkarak tarihselliği bir kenara bırakmış ve sadece saray içerisinde gerçekleşen olaylara odaklanmıştır.
Baudrillard ayrıca “Tarihin sinema aracılığıyla yeniden şırıngalanmaya çalışılmasının bilinçlenmeyle değil, yitirilen bir gönderenler sistemine duyulan özlemle ilişkisi vardır”[2] der. Elimizden alınan tarihin, kurgusal tarih ile yeniden şekillendirildiği bir dünya ortaya çıkmıştır (Kaldı ki tarihe duyduğumuz özlemi tarihi mekanlarla bile dile getiriyoruz.).
Tarihi filmler tarihin yeniden kurgulanmasından öteye geçememekle birlikte insanların zihinlerinde yeni bir tarihsel gerçeklik ya da algısı yaratmaktadır. Bu algı ile insanlar tarihi kitaplardan, belgelerden değil sinemadan ya da televizyondan öğrenerek tarihin anlamını yitiriyorlar. Tarihsel derinliği yakalamak yerine onlara karşı tamamen kayıtsız kalıyorlar. Akıllarında gördükleri imgeler dünyasının dışına çıkamıyorlar. Kendi yarattıkları değil başkasının tasarladığı dünyalara bakıyorlar.
[1] Baudrillard, Jean “Simülakrlar ve Simülasyon” , Doğu Batı Yayınları, 2014, sf. 66,67
[2] Baudrillard, Jean “Simülakrlar ve Simülasyon” , Doğu Batı Yayınları, 2014, sf. 69