En Büyük Bilim Kurgu Yazarlarından biri: Philip K. Dick

Bilim-Kurgu yazarları arasında belki de en önemlilerden birisi olan Philip K. Dick ne yazık ki ülkemizde pek tanınmaz. Sinemada bilim-kurgu türünde onun eserlerinin yansımasını çok gördük ama, onun olduğunu bilmeden.

Philip K. Dick yazdıklarıyla zaman zaman geleceğin tasvirini, zaman zaman ise geçmişle uğraşarak kurgulamanın sadece gelecekle ilgili olmadığını bize kanıtlamıştır. Bu philipdickkarşılaştırmaya örnek vermek gerekirse “Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?” eserinde Philip Deckard adlı kahraman Android-İnsanları (Replican) avlıyordu ve yaptığı iş polislikti. “Yüksek Şatodaki Adam” kitabında ise geçmişe giderek alternatif bir tarih yaratıyordu. Kitabında II. Dünya Savaşını Miğfer Devletleri kazansaydı neler olabilirdi? Konusuna eğiliyor ve bu kitabıyla Bilim-Kurgunun Oscarı olarak bakabileceğimiz “Hugo” ödülüne layık görüldü.

Bıçak Sırtı (Blade Runner)(1982)
weirdbook_09_slideSinema konusuna geri dönersek, Sinemada Philip K. Dick’i sinemada ilk olarak Bıçak Sırtı (Blade Runner) filmi ile 1982 yılında görüyoruz. Az önce bahsettiğim Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi? eserinin sinemaya aktarımıydı. Yönetmen Koltuğunda şimdilerde adını sıkça duyduğumuz Ridley Scott vardı, Philip Deckard rolünü ise o dönem için Star Wars filmlerinden tanıdığımız Harrison Ford oynamıştı. Filmin 2029 yılındaki Los Angeles tarzı için Hong Kong’dan esinlenilmişti. Filmin konusuna gelecek olursak 2029 yılında Tyrell Şirketi’nin yaptığı replicanlar (Androidler) dünya dışı gezegenden kaçarak dünyaya gelirler. Deckard’da polis olarak görevi avcılıktır, replican avcılığı… Replicanları  Voight-Kampff testi denilen bir test ile insanlardan ayırt ediyor ve onları emekliye ayırıyordu. Emekliye ayırma işlemi ise onlar yok etme anlamına geliyordu. Ancak replicanların peşindeki Deckard gerçek ile sahte arasında sıkışıyor ve roman bunun üzerine irdeleniyor. Philip Deckard kendisine Voight-Kampff testi yapmaması acaba o da mı Android? Sorusunu akıla getiriyor ama bunu ne yazık ki hiç öğrenemiyoruz. Filmin günümüze kadar etkisini daha 2029 yılına gelmeden hissetmeye başladık bile. Hong Kong firması olan Hanson Robotics bu sene 40 farklı insan mimiğini taklit eden robot yaptı. Tamamen insan görüntüsüne kavuşan bu robotu kısa bir süre sonra aramızda görebiliriz hatta ona selam dahi verebiliriz. Hatta bir şirket Philip K. Dick’in robotunu yaptı. Herhalde bugünleri görseydi çokta şaşırmaz haklılığının kanıtlandığını düşünürdü.

Gerçeğe Çağrı (Total Recall)(1990)

e74c7d29ab1c3a5d59f2df6ba0b19369PKD’nin sinemaya bir başka katkısı Gerçeğe Çağrı (Total Recall-1990) filmidir. “Sizin İçin Topyekün Hatırlayabiliriz”  adlı kısa hikayesinden uyarlanan filmde aslında tamamen Dick’in zihin dünyasının yansımasını görüyoruz. Philip Dick, zaman zaman gerçek ile hayal dünyası arasında gidip gelen birisiydi, kimi zaman evine gizlice girildiğini ve yazdıklarının devlet tarafından ele geçirildiğini düşünüyordu ya da bu yönde sanrıları vardı. Bu sebepten ötürü bu film tam anlamıyla onun zihin dünyasının yansımasıdır diyebiliyoruz.Filmin kısa özeti ise şu şekilde; “Yıl 2084 Douglas Quaid (Arnold Schwarzenegger) beynine ekilen hayatta Lori( Sharon Stone) ile evli bir inşaat işçisidir, rüyalarında Mars’a gittiğini ve orada olduğunu gören Quaid, insanları sanal olarak tatile yollayan Rekall isimli bir şirketten mars tatili satın alır, ekim işlemleri sırasında oluşan bir arızada Quaid gerçekten orada olduğunu hatırlar. Rekall şirketinden ayrıldığında kendisini bir taksi de uyumuş halde bulur ve yaşadıklarının rüya olduğunu zanneder, taksiden indiğinde işyerinde çalışan arkadaşı Harry ve birkaç adamı yolunu keser ve onu bir köşeye çekip sorgularken ani bir atakla saldıran Quaid, hepsini öldürür ve evin yolunu tutar. Eve döndüğünde ise olanları Lori’ye anlatır. Lori ise ona tuzak kurarak onu öldürmeye çalışır, Quaid köşeye sıkıştırdığı Lori’ye kim olduğu hakkında sorular sorarken, Richter liderliğindeki birkaç adam onu yakalamak ve öldürmek için peşine düşer. Ancak, kaçarak gizlenen Quaid, kendisini daha önce tanıyan biri onu arayarak bir evrak çantası verir, çantanın içinde sahte kimlik belgeleri, bir miktar para ve Hauser’ın bıraktığı eski kimliğindeki video notla beraber onu kafasına yerleştirilen vericiden kurtaracak ufak bir cihaz vardır.”[1] 2012 yılında filmin yeniden çekimi yapıldı. Philip Dick’in bu kısa hikayesinde kendisiyle hesaplaştığını ya da yaşadıklarının geleceğe aktarımını yaptığını varsayabiliriz. Doğduğunda ikizi olan yazarın doğumda ikizinin ölmesi onu derinden etkilediği düşünülüyor. Onu zihin dünyasında yaşattığı ve zaman zaman onunla konuştuğu biliniyor. Bu nedenle çoklu hayat yaşamaya alışan Dick bunu eserlerine de yansıtmıştır. Bu hikayesinde işte tam da bunu görüyoruz. O öyle bir dünya ve teknoloji düşünüyordu ki istediği hayatı ya da istediği kişiyi yaşayabilecekti.

Azınlık Raporu (Minority Report)(2002)

azinlik-raporu-minority-report-1080p-izle-332Philip K. Dick’in bir başka kısa hikâyesinden çıkarılan film olan Azınlık Raporu 2002 yılında ünlü yönetmen Steven Spielberg tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Spielberg filmi “Noir” tarzda yani “kara film” olarak çekmiştir. Başrollerde ise Tom Cruise, Collin Farrell, Samanta Morton ve  Max von Sydow vardı. Kısaca konusunu özetlemek gerekirse; “2054 yılında Washington D.C.’de suç önleme merkezi kuruluyor. Bu merkez suçları işlenmeden önce kâhinler aracılığı ile görerek önlüyorlar. Merkezin başında John Anderton (Tom Cruise) var ve bir süre sonra kâhinler Anderton’un hiç tanımadığı bir adamı öldüreceğini görüyor ve Anderton kendini temize çıkartmaya çabalıyor. En sonunda ise bunların hepsinin tuzak olduğunu gördüğümüzde ise film bize ahlaki sorgulama yapıyor. ”  Yaşanmamış olaylar yüzünden insanları hapise atmak ne kadar doğru? Ya o insanlardan biri bile yanlıştan dönecekse ve biz onu engellediysek? Burada aslında Ahlak felsefesine de giriyoruz ve önemli sorularından birini soruyoruz; “İnsan ahlaki eylemde bulunurken özgür müdür?” İşte Philip Dick belki de bu ahlaki çabasına doğaüstü bir durum yardımıyla ulaşmaya çalışıyor.

Zaman zaman kitaplarında doğaüstü olayları kullandığını, hayalle gerçeğin birbirine karıştığını görüyoruz. Tam da Philip K. Dick’in tarzı olarak dick-1987-04-the-collected-stories-ivkarşımıza çıkıyor. Sürekli bir sorgulama ve gelecekte bizleri nelerin beklediği… Aslında kısa hikayenin bugüne etkilerini de görebiliyoruz. Person of Interest dizisi tamda Dick’in öngördüğü geleceği tasavvur ediyor. Orada kahin olan dizide kameralar aracılığı ile insanların hareketlerini gözlemlemek. Bu bizi George Orwell’in 1984 kitabındaki her şeyi gören Büyük Biraderine doğru yolculuğun başladığını gösteriyor. Aslında o zamanlara çokta uzak değiliz hatta girdiğimizi bile söyleyebiliriz. Bugün her telefonun ya da her bilgisayarın ufakta olsa kamerası var ve bize fark ettirilmeden her dakika izleniyor olabiliriz. Hatta sadece kamera değil telefonlarımızın konuşmaları kayıt altına alınıyor ve konuşmadığımız zamanlarda bile dinlendiğimizi biliyoruz. Bugün A.B.D 11 Eylül saldırılarının sonrasında kendi çöllerine merkez kurduğunu ve terörizmi önlemek adına tüm insanlığı kontrol altına almaya çalıştığını biliyoruz. Peki ya terörizmi önlemek 50 ya da 60’lı yıllardaki Komünist avına dönerse ve suçsuz insanlar hapse atılırsa… Philip Dick ve onun gibiler bu kitapları yazmalarındaki asıl amacın sadece geleceği tasavvur etmek değil geleceğin getireceklerinin ahlaki sorgulamasını da yapmak. İnsanların bu sorgulamaları yapmasını yoksa onların teknoloji içerisinde boğulacağını belirtmişler.

Kader Ajanları (The Adjustment Bureau)(2011)

large_g87pqgh9oo3d3tbczcfk7zmaiek
Yine bir kısa hikayeden uyarlanan film kaderciliği sorgulamıştır. Filmin yönetmenliğini George Nolfi üstlenmiştir, başrollerde ise Matt Damon ve Emily Blunt bulunmaktadır. Filmin kısa özetini yapmak gerekirse; “ Senato seçimlerine hazırlanan ama başarısız olan David Norris (Damon) son konuşmasını çalışırken Elise Sellas (Blunt) ile karşılaşır ve ondan ilham alarak konuşmasını daha da iyi bir şekilde yapar ancak Norris, Sellas’a aşık olmuştur ve bu onun kaderinde bulunmamakta ve “kader ajanları” Norris’i uyarır. Ancak, David onları dinlemez ve peşinden gider sürekli önlerine engel çıkartan kader ajanları David ile Elise’nin bir araya gelmesini önlemeye çalışırlar. Kader Ajanları emirleri başkan dedikleri kişiden alırlar. Filmin sonunda bütün engelleri aşan ikili tam kader ajanları tarafından birbirlerini unutmalarını sağlanacakken Başkandan insanların kendi kaderlerini çizmesi yönünde talimat gelince kader ajanları bırakıp giderler. Philip K. Dick’in az önce bahsettiğimiz doğaüstü olaylarla bazı meseleleri ele alma biçimini burada da görüyoruz. David’in arayışı kendisi özgür değilse neden yaşamasının anlamı olduğu? Kaderimiz bir başkası tarafından çiziliyorsa bize ne gerek var? Philip Dick bizleri bu sorgulamaya götürerek bir parça dini sorgulama da yapıyor. Aslında bunu yine günümüz dünyasında görebilmemiz ve yine başka bir eser ile ilintili olduğunu söylememiz çok yanlış olmaz. Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” kitabında insanlar doğarken sınıflara ayrılıyor ve o sınıf çerçevesinde hayatları oluyordu, başkaları o insanların hayatlarını kontrol ediyordu. Dick’in kısa hikayesinden çıkan bu büyük sonuçta aslında tam olarak bu. O da bizim kaderimizi kim kurguluyor? Diye soru sormaktan kendini alamıyor. Aslında bu bizi bir büyük birader’e götürüyor. Eserler her ne kadar birbirinden ayrı olsa da hepsi amaç olarak tek bir yere götürüyor bizleri.

Yüksek Şatodaki Adam (The Man in the High Castle)(2015 – )

yuksek_satodaki_adamHer ne kadar dizi olsa da büyük eserlerinden birisidir. Bu eseriyle Bilim-Kurgunun oscarı diyebileceğimiz HUGO ödülünü almıştır Dick. Kitabın varlığını öğrendiğimde büyük bir heyecanla almıştım ve aynı heyecanla bitirmiştim. Aslında alternatif tarih dalında bir eserdir. Kitabın özü ise II. Dünya Savaşını Müttefikler kaybetmiş Miğfer devletleri kazanmıştır, Amerika Japonya ve Nazi Almanya’sı arasında bölüşülmüştür. Bugünün dünyası nasıl olurdu? Sorusuna ışık tutuyor. Kitap 1962 yılında yazıldığı için o döneme değiniliyor. Ancak Nazi Almanya’sı Mars ve Venüs’te koloniler kuruyor ve Akdeniz’i tarımsal ve yerleşim alanına açmak için kurutmaya başlıyorlar. Dizinin henüz bir bölümü yayınlandı ve diğer bölümlerinin ne zaman geleceği konusunda bilgi yok ancak, bir bölüm bile Philip K. Dick hayranlarını heyecanlandırmaya yetti.

Philip Dick her zaman büyük bir Bilim-Kurgu yazarı olarak kalacak ve sinemayı kısa hikayeleri olsun romanları olsun etkilemeye her zaman devam edecek. Zihnimizi bize bıraktığı sorularla meşgul etmeye devam edecek. Aslında burada determinizme de bir parça değinebiliriz, az önce ahlak felsefesinden bahsettik ve şu soruyu soruyu sormuştuk; “İnsan ahlaki eylemde bulunurken özgür müdür?” determinizmin ahlakı kanıtı bu soruya şöyle yanıt verir; “İnsan ahlak kurallarının belirlediği sınırlar içinde hareket etmek zorunda olduğu için özgür değildir.” Sanırım Dick’te tam da bu konuya değiniyor kitaplarında, insanların tam manasıyla özgür olmadığı ve dün ahlaki kuralların özgür bırakmadığını bugün ve yarın ise teknolojik gelişmelerin ahlakın önüne geçmesiyle özgür olamayacakları görüşünü benimsediğini söylersek çok yanlış çıkarım yapmayız. Ahlaki kuralları uygulamak adıthe_man_in_the_high_castle_tv_series-160215254-large1na ahlakın bazı normlarını göz ardı etmek ne kadar doğru olur? İnsanların hayatlarına müdahale etmek sırf ahlaki açıdan doğruyu yapacağız diye doğru kabul edebilir miyiz?

Sinemada PKD etkisini 2 bölümde inceledik ve karşımıza onu anlamak için birçok soru çıktı. Aslında hayal dünyasında yaşasa da kendisi gerçekleri ve geleceği yazan bir insandı. Bugün yaşasaydı kendisi bile şaşardı olanlara. O bile bu kadar hızlı olacağını tasarlamamıştır.

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir