Sorun Yaratan Adam… Bir kişi için kesin mutluluk için salt koşullar nedir? Ya da Mutluluk nedir? Bu filmde aslında birazda bu konu işleniyor. Mutluluk için kesin ve genel geçer koşulların olmadığı aksine kimisinin mutlu olduğu ortamda başkasının mutlu olmasının mümkün olmadığı görülüyor. Bu filmde her konuyu görecek ve konformizm’in ne anlama geldiği rahat bir şekilde izleyeceksiniz.
İlk önce filmin kısa özetinden bahsetmek istiyorum. Ana karaterimiz Andreas, nasıl geldiğini bilmediği bir şehre gelmiştir. Şehirde hemen bir iş ve bir sevgili bulur, bunun için hiç zorlanmaz. Zaman geçtikçe işi ve sevgilisi konusunda kafasında bazı sorunlar oluşmaya başlar ve diğer insanların yapmadığı şeyi yapar; Sorgular. Bu sorgulama sonucunda yaşadığı her şey ona bir görevi yerine getiriyormuş hissi vermeye başlar ve şehirden kaçmaya çalışır. Ancak bir türlü kaçmanın yolunu bulamaz, sonunda Hugo adında bir adamla tanışır ve bu adam ona kaçmak için umut verir.
Film günümüzde yaşadıklarımızı mutluluk kavramı üzerinden bize yansıtıyor; giyimimiz, iş hayatımız, yaşadığımız ilişkiler… Bunların hemen hepsini kanıksamış ve kendileri için mutluluğun anahtarı gözüyle baktıkları kavramlar ana karakterimiz Andreas için başta işe yarasa da daha sonraları bu yaşam biçimi ona monoton gelmeye başlıyor. Karaterimiz başlarda herkes gibi işine giden birileriyle tanışan ve hayatını mutluluk içinde idame ettiren birisi oluyor. Fakat, zaman geçtikçe hayatın sıradanlığı, zevk vermeyen sevişmeler, sarhoş etmeyen içkiler Andreas’ı sıkmaya ve germeye başlıyor. Bir zaman sonra gerçekler yüzümüze öyle bir çarpılıyor ki yaşadığımız her şeyin sahte olduğu ve aslında resmen paralel bir evrende yaşadığımızı bize öğretmeye çalışırcasına hikâye gelişiyor.
Ne yaşadığımız ilişkiler ne çalıştığımız işler ne giydiğimiz kıyafetler hiçbiri bizi yansıtmıyor. Bizi biz olmaktan çıkartan ve düzeni kendilerine çeviren bir sistemle karşı karşıyayız. Bazılarımız bu hayatın gerçeği yansıtmadığını anlasalar da aynı filmdeki Andreas gibi kaçacak bir delik arıyorlar. Oradaki deliğin neyi temsil ettiğini biliyoruz; “Hapisaneden Kaçış”. Erich Fromm’un Sevme Sanatı adlı eserinde evlilik üzerine yazdığı bir paragraf geliyor aklıma filmi izlerken. Fromm evliliği problemsiz çalışan işçi görüntüsüne benzetiyor; “Evlilikte kocanın, karısını “anlaması” ve ona yardımcı olması gerekir. Karısının yeni elbisesi ve yemekler için hoş iltifat yapması gerekir. Buna karşılık kadının da kocası yorgun ve bezgin bir ruhla eve döndüğünde onu anlaması, iş sorunlarından söz ederken onu dikkatle dinlemesi, doğum gününü unuttuğu zaman kızmaması, bunu anlaması gerekir. Bu tür ilişkide olan tek şey, yaşamları boyunca birbirine yabancı kalan, hiçbir zaman merkezi bir ilişkiye ulaşamayan, ancak birbirine nazik davranan ve birbirlerini rahatlatmaya çalışan iki kişi arasındaki iyi yağlanmış (pürüzsüz işleyen) bir ilişkidir.”[1]
Andreas sorgulamaya başladığında yalnız kaldığını hissediyor ve bu şehirden kurtulmanın yollarını aramaya başlıyor. Tam bu noktada yine Fromm’dan alıntı yapmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Fromm aynı eserinde diğerlerinden farkımızın kalmadığında yani herkes gibi giyinip, düşüncelerimizin herkesle aynı olduğu bir dünyada yalnızlık duygusundan kurtulacağımızı söyler.[2] Ana karakterimizde böyle bir yalnızlık duygusunun içerisine itilmiş ve bundan kurtulmanın çeşitli yollarını arıyor.
Den Brysomme Mannen (Sorun Yaratan Adam ya da Uyumsuz Adam) kesinlikle izlemeye değer bir Norveç filmi. Bu film gerçekten sisteme sorun yaratan ve onlardan ellerinden geldiğince uzak duran insanlara yapılmış. Bizim internet mecrasından tanıtmamız bile ne kadar ironik ve filme ters düşen bir durum. Bunun için bile izlenmeli. Den Brysomme Mannen modern kisvesi altında kendimizi kölleştirdiğimiz sistemin karnına sıkı bir yumruk atıyor.
[1] Fromm, Erich, (2007) “Sevme Sanatı”, Öteki Yayınları, Çev. Selçuk Budak, s.81,82
[2] Fromm, Erich, (2007) “Sevme Sanatı”, Öteki Yayınları, Çev. Selçuk Budak, s. 19