Split filmi kısaca çoklu kişilik bozukluğunu farklı bir şekilde ele almış, fikrimce sonlara doğru bir gerilim filminden sıyrılıp hafif bir fantastikliğe soyunan; başrolünde James McAvoy’un yer aldığı, yazar ve yönetmen koltuğunda namı-değer Altıncı His filminin yazarı ve yönetmeni M. Night Shyamalan‘ın oturduğu, IMDB puanını sorgulatacak fakat yine de sizi koltuğunuza sabitleyecek bir film.
Öncelikle büyük umutlarla gittiğim bu filmi başından sonuna kadar James McAvoy’un oyunculuğu taşımış desem çok da yanlış olacağını düşünmüyorum. Oynadığı ve bedenin asıl sahibi olan Kevin karakterinin yanı sıra film boyunca göz önünde bulunan üç kişiliği, Dennis, Hedwig ve Patricia, üzerine adeta yeni bir deri gibi oturtmuş. Filmi izlerken hem her karakterde ayrı bir tat yakalıyor; hem de hareketleri, tepkileri ve konuşmaları yüzünden kendinizi düşünürken buluyorsunuz. James’in filmin sonunda yirmi dördüncü bir kişilik olarak ortaya çıkan ‘Canavar’ kısmını bile olabilecek en iyi haliyle bize sunduğunu düşünüyorum.
Filmde, bir insanın yaşadığı kişilik bölünmesinin sadece ruhsal değil, aynı zamanda bedensel olup olmayacağı sorgulanıyor. Bedenin asıl sahibi olan Kevin şeker hastası olmamasına rağmen, kişiliklerinden birisinin şeker hastası olması, durmadan bahsedilen ve filmin onun üzerine kurulduğu ‘Canavar’ın diğerlerine oranla daha kaslı, uzun boylu, kesinlikle daha güçlü olması ve diğerlerinin yapamayacağı şeyler yapıyor olması bunun örneği. Bu durumda beyin kendini neye inandırırsa beden o şey olmaya başlıyor. Filmde Kevin’ın doktoru olan Dr. Karen, bu şekilde kişilik bölünmesi yaşayan insanların beyinlerini daha aktif ve verimli kullanabildikleri için diğer ‘normal’ insanlara göre daha özel ve daha yetenekli olduğunu düşünüyor. Bu konudaki fikrimi soracak olursanız size; eğer kişilik bölünmesi yaşayan insan içinde oluşan karakterleri kontrol edebilseydi bunun mümkün olabileceğini söylerim. Fakat tamamen kişiden bağımsız gerçekleşen bir eylemin, kişiyi fiziksel ve zihinsel olarak daha güçlü konuma getirse dahi ruhsal ve duygusal olarak bir yerden sonra çöküşüne neden olacağını savunuyorum.
Filmi genel olarak ele aldığınızda izlenmeye değer bulsam da, sonlarda çıkan ve ‘Canavar’ olarak adlandırılan yirmi dördüncü kişiliğin yapabildiklerinin beni biraz hayal kırıklığına uğrattığını söylemek yalan olmaz. Bu kişilik duvarlara tırmanabiliyor, demiri bükebiliyor, adeta kurşun geçirmez -evet, gerçekten kurşun geçirmez- ve bir hayvan kadar hızlı koşabiliyor. Kısaca size filmin bir yerinde, ‘Acaba film arasında salonları karıştırıp X-Men filmine mi girdim?’ dedirtiyor. Gerilim-Korku kategorisindeki bu filmin en heyecan verici yerinde yüzünüze alaylı bir gülümseme yerleştirerek ‘E, yok artık.’ dedirtmesi pek de hoş olmamış.
Filmin son kısmına değinecek olursak, filmlerinin tamamen beklenmedik bir şekilde bitmesiyle ün salmış bir yazarın bu kadar tahmin edilebilir ve basit bir son yazmış olması benim için ikinci hayal kırıklığı oldu. Hayatta hiçbir acı çekmemiş diğer kızların aksine amcasının tacizlerine maruz kalan Casey’in kurtulması zaten ön görülebilir bir olaydı. Daha ilk taciz sahnesi geldiğinde ‘Evet, işte sağ kalan kız.’ diye mırıldandım kendi kendime. Bir yerde Casey, Kevin gibi kişilik bölünmesi geçirseydi filmin sonunun biraz daha ilginç olabileceği kanaatindeyim.
Filmin sonunu çok farklı hayal etsem de, sonda küçük bir sürpriz olarak Bruce Willis’i görmek beni hem şaşırttı, hem de bu filmin devamının geleceği konusunda emin olmamı sağladı. Zaten Shyamalan, 4 Şubat’ta Twitter’da;
“I have an 11 page outline for my next film in my bag. I can’t tell you what it is, but If you’ve seen #Split…”
(“Çantamda bir sonraki filmim için 11 sayfalık bir taslak var. Bunun ne olduğunu size söyleyemem fakat eğer Split’i izlediyseniz…”)
Diyerek bize filmin devamına hazırlandığıyla ilgili bir ipucu vermişti. Anlaşılan Shyamalan favori oyuncusundan yine vazgeçememiş. Filmin devamının tüm süper-kişilik-bölünmesi hastalarının toplanıp dünyaya savaş açtığı bir şeye dönüşmemesini umuyorum ve bir sonraki filmi sabırsızlıkla bekliyorum.