Man of Steel’i sinemada izlediğimde, DC’nin bir sinema evreni kurmak istediğinden habersizdim. DC Extented Universe (DCEU) adını alan bu evrenin ikinci filminin Batman ve Superman’ı bir araya getirecek olması ise oldukça güzel bir fikir gibi görünüyordu.
Son yıllarda oldukça kaliteli filmler izliyoruz. Batman v Superman, Adaletin Şafağı filmini de beyazperdede izleyerek bundan yıllar sonra çocuklarıma “gençken sinemada izlemiştim” şeklinde anlatacak olma fikri beni daha da heyecanlandırdı. Aynısını babam bana Terminator Mahşer Günü ve Godfather serisi için yapardı.
Sonuç olarak filme büyük beklentilerle gittim. Fakat her yeni fragmanda filmin konusu biraz daha anlatıldı. Neredeyse sonunu öğrendiğimiz filmin, o sona nasıl geleceğini görmek için sinemada yerimizi alacakmışız gibi düşünmeye başladık desek yeridir.
KONUYU ZATEN BİLİYORDUK
İzleyiciyi sinema salonlarına çeken en büyük olay, Batman ve Superman’in ciddi bir kapışma içine girdiği dövüş sahneleri. Film büyük ölçüde bu konu üzerinden tanıtıldı. Nihayet Wonder Woman’ın da gruba dâhil olarak Doomsday’a karşı savaşacak olmaları ise oldukça netti.
Öyle de oldu.
Ama o kısma kadar neler oldu? Açıkçası Yüz elli dakikalık filmin ilk yüz dakikası çok ağır ilerledi. Dünyanın Superman’a olan bakışı, Bruce Wayne’in tüm bu olup bitenlerden duyduğu rahatsızlık ve beslediği kin, hazırlık süreci; diğer yandan Lex Luthor’un yavaş yavaş gerçekleştirmeye başladığı planı…
DURAĞANLIK UZUN SÜRDÜ
Pek çok şey anlatıldı o kısım içinde fakat oldukça ağır bir seyirde ilerledi. Film, Batmobil gösterisine dönüşen bir araba kovalamacası sahnesiyle biraz dinamizm kazansa da, Batman ve Superman’in karşı karşıya geldiği ana kadar bu sakinlik devam etti.
Son yüz yılın en büyük sinema olayı olabilecek bu kavga, çok çabuk harcandı diyebiliriz. Bir anda oldu ve bitti. Batman, üç adet hazırladığı kriptonit mermisinin ilkini hemen kavganın başında kullandı. Dark Knight Returns çizgi romanından çeşitli referanslar barındıran sahneler, Doomsday, ardından Wonder Woman’in ortaya çıkışıyla aksiyon ve heyecan tavan yapsa da, durağanlık problemi devam etti ve Doomsday’in, Superman’i öldürerek yenilmesinden sonra film, yine pek çok insanın bir arada olduğu, birbirleriyle soğuk diyaloglar kurdukları sahnelere geri döndü.
KARAKTERLERİN HEPSİNE FARKLI BİRER BAKIŞ AÇISI
Ben Affleck’in ilk kez Batman olarak duyurulduğu dönemde ben dâhil bir çok insan çok kötü bir Batman ortaya çıkacağından şikâyetçiydi.
Açıkçası yanıldık. Şimdiye dek görmediğimiz derecede ne yapacağını bilen, ayakları yere basan, duygularından emin ve karanlık bir Batman/Bruce Wayne gördük. Christian Bale’in zihni, kalbi, inancı hatta kemikleri kırılmış Batman’inin aksine, savaşçı nitelikleri daha ön planda bir Batman var filmde.
Superman karakterinde ise, aslında Nolan’ın Batman serisindeki ruh haline burada Superman bürünmüş diyebiliriz. Kendisi ile hesaplaşama halinde, ne yapacağını tam olarak bilemeyen bir karakter gördük bu kez. Sanki Man of Steel’de daha sağlam bir karakterdi. Ama dünyanın ona bakışını sorgulamaya başlaması ile o da kendi cevaplarını arar hale gelmişti. Bunu tanrısal bir hale bürünen Superman’i, bizim seviyemize indirmek için özellikle yapmış oldukları kesin gibi.
Benim için filmin en heyecanlı sahnelerinden biri de Wonder Woman’ın ortaya çıktığı andı. Özellikle müziğin sahneye çok iyi yedirildiğini düşünüyorum. Oyuncu seçimi oldukça yerinde. Gal Gadot, adeta Justica League kapağından fırlamış gibiydi. Ama oyuncuların genelindeki soğukluk onda da mevcut.
Lois Lane karakterini ise hiç sevemedim. İşgüzar, sürekli başına dert açan ve bunlardan kurtulmaya çalışan biri olarak tasvir edildiğinden olsa gerek bu. Fakat gerek Man of Steel’de, gerekse Adaletin Şafağı’nda daha güçlü bir Lois Lane portresinin Amy Adams ile hayat bulması karaktere karşı düşüncelerimi biraz olsun değiştirdi.
Lane’in tedirginliği film boyunca yüzünden okunuyordu.
Michael Cane’in baba figürü Alfred’inden sonra Jeremy Irons’un yardımcı, tabiri caizse yancı bir Alfred karakterini pek tatmin edici bulmadım. Çok fazla ağırlık verilmiş bir karakter de değildi, gelecek filmlerde biraz daha yer verilmezse yazık olur diye düşünüyorum.
Son olarak Lex Luthor. Rahatsız bir portre çizilmiş. Eski patron ve otoriter Lex gitmiş, yerine şımarık bir çocuk gelmiş. Gerçekten dayağı hak eden bir karakter yerleştirilmiş. Manik hareketleri ortaya ilginç bir Luthor portresi çıkarmış.
THE DARK KNİGHT RETURNS REFERANSLARI
Filmde beni en çok heyecanlandıran anlar, özellikle Dark Knight Returns referansları oldu. Çizgi romanda Arrow’un attığı kriptonit okun yerini burada kriptonit gaz fişeği almış. Ama Superman’in üzerinde iki kez kullanılması biraz özelliğini kaybetmesine neden olmuş bu fikrin. Öte yandan yine çizgi romanda Superman, ABD’ye atılan bir nükleer bombanın yere inmeden gökyüzünde patlamasını sağlıyor, fakat bundan oldukça korkutucu bir şekilde etkileniyordu. Tüm vücudu çekiliyor, yalnızca deri ve kemikten ibaret kalıyordu. Buna benzer bir sahne filmde de var.
MÜKEMMEL DEĞİL AMA İYİ
Filmi izlemeden önce IMDB puanına baktım. 8, beklediğimden düşük bir puandı. Çünkü ilk günler filmin meraklıları gidip yüksek puanlar verir, daha sonra giden sıradan izleyici ise daha düşük puanlarla değerlendirme yapar.
Sinemadan çıktığımda ise puan 7.7’ye düşmüştü. Senin puanın kaç diye sorarsanız, 7.9 derim. Birkaç puanı durağanlıktan kırdım.
Heyecan uyandırıcı bir filmdi, konusu iyiydi ama büyük bir sinema olayı olamadı. Çıtayı çok yükseğe çekemedi. Ağır ilerleyip bir anda hızlandı, fakat Age of Ultron gibi hızlı gidip kendi ağırlığı altında da ezilmedi. Justice League’de problemlerin giderileceğini umuyorum.
Mustafa Emre ÖZGEN