CAROL VS DANİMARKALI KIZ
CAROL FİLMİ İNCELEMESİ
Carol, 1950’lilerin New York’unda lüks ve elit bir hayat süren bir kadındır. Bu yaşantısından oldukça bunalmış olan Carol, eşinden boşanarak kızı ile birlikte daha sade bir hayat kurmak istemektedir. Therese ise henüz 19 yaşında genç bir kadındır. Bir oyuncak mağazasında kasiyerlik yapmaktadır. Carol, Noel arifesinde kızına hediye almak için Therese’nin çalıştığı mağazaya gelir. İki kadın birbirlerinden çok etkilenirler. Bu etkilenme büyük bir aşka dönüşecek ve Carol’un kızının velayetini alabilmek için vereceği büyük bir savaşın ana unsuru olacaktır. Filmde iki farklı dünyaya ait iki kadının saf aşk hikâyesi anlatılmaktadır.
Todd Haynes’in yönetmenliğini üstlendiği, Patricia Highsmith’in romanından uyarlanan filmin başrollerini Cate Blanchett ve Rooney Mara paylaşıyor.
Filme konu olan kitabın orijinal ismi The Price of Salt. Yazarı Highsmith, daha çok psikolojik gerilim romanlarıyla tanınan, kitapları 20’den fazla filme kaynaklık etmiş Amerikalı bir polisiye yazarıdır. Highsmith romanlarında sıklıkla eşcinsel karakterlere yer vermesi ile de tanınmaktadır. Bunun sebebi ise kendisinin de bir lezbiyen olması olarak görülmektedir.
Yapımda ilk dikkat çeken şey, 1950’lerin kostüm, dekor ve mekânlarının filme başarılı bir şekilde aktarılmasıdır. Ayrıca Cate Blanchett her zamanki gibi “asil” bir rol ile karşımıza çıkıyor. Bu da özellikle Carol rolünü canlandıran Cate Blanchett’in dönemine uygun bir rol sergilediğini gösteriyor. Lakin Blanchett’i çok seven birisi olarak onu sürekli lady tarzı rollerde görmekten pek memnun olduğumu söyleyemem. Süreki benzer rolleri oynamak, bir oyuncu için çok iyi bir durum değil. (The Lord of the Rings serisi Galadriel rolü, The Curious Case Of Benjamin Button filminde Daisy rolü, hatta Bob Dylan’ı canlandırdığı I’m Not There filmindeki rolü bile mutlak bir asillik taşıyordu.)
Filmde karakterlerin inandırıcı ve anlaşılır olmasına büyük önem verilmiş. Bu sebeple de kostümler ve dekor üzerinde oldukça çalışılarak gerçekçi bir ortam yakalanmaya çalışılmış. Kostümler, saçlar ve mekânlar gerçekçi olmadan karakterlerin dünyasına girmek mümkün değildir. Carol da seyirciyi dünyasına alabilmek için mümkün olduğu kadar gerçekçiliği kullanmış.
Dikkat Spoilor Geliyor!
Carol ve Therese birbirlerini ilk gördükleri anda çok etkilenirler. Bu sahneden sonra onları büyük saf bir aşkın beklediğini anlarız. Therese sakin, içine kapanık, fotoğraf çekmeyi çok seven, sanata meraklı henüz 19 yaşında genç bir kızdır. Therese’de 19 yaşında olan bir kızın duygusal karmaşasını açık bir şekilde görürüz. Genel itibari ile ne istediğinden çok emin olmayan bu karakterin Carol’a olan aşkı ise etkileyici ve istikrarlıdır.
Carol ise Therese’nin aksine ne istediğini bilen, olgun, istemeden de olasa, sosyetik bir hayatın içinde yaşayan bir kadındır. Carol Aird, eşi Harge Aird’den boşanma aşamasındadır. Harge boşanma taraftarı olmasa da evliliklerinin düzeltilecek, daha doğrusu Carol’un fikrini değiştirecek herhangi bir şey olmadığının farkındadır. Carol’un çocukluk arkadaşı Abby ile aralarında bir şey olmasından şüphelenerek eşcinsel bir ilişki yaşadığını bahane ederek kızının velayetini üstüne almak için Carol’a dava açar. Oysa Harge yanılıyordur. Carol, Therese’a âşık olmuştur. Bunu öğrenen Harge daha da öfkelenir tabi. Daha sonra Carol’un büyük aşkı Therese’den vazgeçmek zorunda kalmasına yol açacak velayet davası başlar. Ve filmin sonunda Carol, kızının babasında kalmasının daha doğru olacağını düşünür ve davadan çekilerek büyük aşkına kavuşur.
Eşcinsel filmlerde en çok beklenen şey (ne yazık ki) genelde cinsel sahnelerdir. Lakin Carol bu tarz beklentisi olan seyirciye istediğini pek vermiyor. Filmin son sahnelerine kadar en ufacık bir yakınlaşma bile gösterilmiyor. Daha önce de söyledim, Carol ve Therese’in aşkları çok saf. Hatta filmin sonlarına kadar birbirlerine duydukları duyguları bile dile getirmekten ürktüklerini görüyoruz. Özellikle Therese bunu dile getirmekten, kabul etmekten hep kaçıyor. Filmin sonlarına doğru iki kez cinsel ilişki sahnesi ile karşılaşıyoruz ve açıkçası filmin sonuna kadar bu tarz bir şey görmeyince biraz şaşırıyoruz.

Lezbiyen teması işleyen film denildiği zaman akla genelde Mavi En Sıcak Renktir filmi gelir ve özellikle belirtmek isterim ki Carol’da müstehcen sahne bekleyenler bahsettiğim iki cinsel sahnede Mavi En Sıcak Renktir filmindeki gibi görüntüler göremeyecekler. Cinsel sahneler mümkün olduğu kadar minimuma indirilmiş. Hatta gördüğümüz tek şey Rooney Mara’nın bazı açık sahneleri. Bu da iyi bir eşcinsel filminde ille müstehcen sahnelerin olması gerekmediğini göstermiş oluyor.
Filmden çok büyük aksiyonlar bekleyerek izlemek yanlış olur. Ağır bir akışı var filmin ama buna rağmen seyirciyi sıkmadan ilerlemeyi başarmış. Oyunculara gelecek olursak Rooney Mara’nın donuk karakterinden ben hiç hoşlanmadım. Yapılabilecek en sade karakter yaratılmış. Cate Blanchett ise daha önce bahsettiğim gibi artık asil rolünden çıkmalı diye düşünüyorum. Filmde ilginç bir isim daha vardı: Sarah Paulson. Sarah’ı American Horror Story (AHS)‘den hatırlayanlar için onu bu kadar sade bir rolde görmek şaşırtıcı olmuştur. Malum AHS’de entrikalar prensesi (kraliçe tabi ki Jessica Lange) sayılır kendileri.
Yapım, dram ve aşk üzerine kurulan lezbiyen teması ile oldukça etkileyiciydi. Yazar Highsmith’in sıklıkça lezbiyen karakterler üretmesi de ister istemez akla “eşcinselliği doğallaştırmaya çalışıyor olabilir mi?” düşüncesi geliyor. Ancak bu sorunun cevabını uzmanlarına bırakıyorum.